4 Ağustos 2018 Cumartesi

O AN: Thirst




Sinema var olduğundan bu yana yüzlerce vampir filmi çekile gelmiştir. Klasik vampir filmleri zamanla yenilenmiş, değişmiş neredeyse başka bir türe evrilecek kadar baştan yaratılmıştır. Peki, aşk… Aşkın olmadığı bir vampir filmi bulmak epey zor olsa gerek. Zira aşk ve cinsellik Nosferatu geleneğinden beri vampirliğin can damarlarından biridir. İşte, aşkı da odağına alan bir vampir filmi olan Thirst, aynı zamanda Uzakdoğu rüzgârını da arkasına alarak tabiri cazise vampir külliyatı içerisinde kanatlanıp, uçanlardan olmuştur.

Thrist, izleyenlerine hem vampir janrından beklenenleri, hem vicdanı, intikamı, en önemlisi ise aşkı sunuyor. Ki, filmde vampir olan kahramanımızın ölen aşkından ayrı kalmaya dayanamayacağı için onu vampire dönüştürdüğü anlar, akıllardan çıkacak gibi değildir. Zira sadece bir dönüştürme durumu yoktur bu sahnede. Bu, birçok yoruma gebe olan sahneyi ne dersiniz, biraz daha açalım mı?

Sahne kahramanımızın gözlerindeki çaresiz ifadeye oldukça yakından baktığımız görüntü ile başlar. Biraz önce Tae-ju’yu elleriyle öldürmüştür. İşe bakın ki oldukça kanlı bir ölüm olmuştur. Sang-hyeon, ne yazık ki üzülmeye ya da pişmanlığa fırsat bulmadan ellerine bulaşan kanın kokusuyla kendinden geçer. Ve belki de hayatında en sevdiği insanın kanını emmek için önünde duran mükellef ziyafete tabiri caizse aç kurtlar gibi dalar. Tau-ju’nun hala ağzından gelmekte olan kanlardan başlayıp, gögsünü, memelerini kısacası bir sevişmede ıskalanmayacak tüm yerlerindeki kanları yalar Sang-hyeon. Bir süre sonra seyirci olarak bu durumun kan emmekten daha çok sevişmeye benzediğini düşünmeye başlarız. Hatta Sang-hyeon’nun, Tau-ju’nun üstüne çıkarak daha şiddetli bir şekilde devam etmesi, cinsel birlikteliğin can alıcı noktasına gelindiğini gösterir. Tam bir usta olan yönetmenimiz Chan-wook Park da bu sahneyi yukarıdan yani tanrısal bir açıdan izlettirerek sahnenin gücünü artırır. Ne var ki, bu şehvetli anlarda Sang-hyeon, koridorun uçunda yerde yatmakta olan felçli kadın tarafından izlenildiğini fark etmesiyle –aslında bu kadının gözü bir nevi kamera görevi görür- kendine gelir. Âşık olduğu kadının öldüğünü anlamasıyla onu hayata döndürmeye karar vermesi aynı anda gerçekleşir. Kendi kanından, canından yararlanarak onu hayata döndürmeye çalışması uzun bir süre başarısız olur. Lakin son olarak dilini keserek yaptığı hamle tam olarak başarıyı getirir. Burada da yine Tau-ju’nun büyük bir şehvetle aşkının dilini ağzına alması ve onu defalarca, hiç bırakmamacasına içine alması cinsel birleşmenin bir başka tasviri olur kuşkusuz. Zaten bu anlardan sonra Tau-ju’nun yaşama dönmesi –elbette bir vampir olarak- tıpkı sevişmeden sonra tatmini yaşamış birinin o coşkulu, memnun, hayat dolu ifadesiyle bire bir örtüşür. Kendilerini birbirlerinin kanı, canı ile sulayan hem kanlarını hem de tüm mahremlerini paylaşıp bir bütün olan bu aşk dolu vampirlerimiz sinemanın unutulmazları arasında yerlerini alırlar böylece.




Hiç yorum yok:

Yorum Gönder