Sinema var olduğundan bu yana yüzlerce vampir filmi
çekile gelmiştir. Klasik vampir filmleri zamanla yenilenmiş, değişmiş neredeyse
başka bir türe evrilecek kadar baştan yaratılmıştır. Peki, aşk… Aşkın olmadığı
bir vampir filmi bulmak epey zor olsa gerek. Zira aşk ve cinsellik Nosferatu
geleneğinden beri vampirliğin can damarlarından biridir. İşte, aşkı da odağına
alan bir vampir filmi olan Thirst, aynı zamanda Uzakdoğu rüzgârını da arkasına alarak
tabiri cazise vampir külliyatı içerisinde kanatlanıp, uçanlardan olmuştur.
Thrist, izleyenlerine hem vampir janrından
beklenenleri, hem vicdanı, intikamı, en önemlisi ise aşkı sunuyor. Ki, filmde
vampir olan kahramanımızın ölen aşkından ayrı kalmaya dayanamayacağı için onu
vampire dönüştürdüğü anlar, akıllardan çıkacak gibi değildir. Zira sadece bir
dönüştürme durumu yoktur bu sahnede. Bu, birçok yoruma gebe olan sahneyi ne
dersiniz, biraz daha açalım mı?
Sahne kahramanımızın gözlerindeki çaresiz ifadeye
oldukça yakından baktığımız görüntü ile başlar. Biraz önce Tae-ju’yu elleriyle
öldürmüştür. İşe bakın ki oldukça kanlı bir ölüm olmuştur. Sang-hyeon, ne yazık
ki üzülmeye ya da pişmanlığa fırsat bulmadan ellerine bulaşan kanın kokusuyla
kendinden geçer. Ve belki de hayatında en sevdiği insanın kanını emmek için
önünde duran mükellef ziyafete tabiri caizse aç kurtlar gibi dalar. Tau-ju’nun
hala ağzından gelmekte olan kanlardan başlayıp, gögsünü, memelerini kısacası
bir sevişmede ıskalanmayacak tüm yerlerindeki kanları yalar Sang-hyeon. Bir
süre sonra seyirci olarak bu durumun kan emmekten daha çok sevişmeye
benzediğini düşünmeye başlarız. Hatta Sang-hyeon’nun, Tau-ju’nun üstüne çıkarak
daha şiddetli bir şekilde devam etmesi, cinsel birlikteliğin can alıcı
noktasına gelindiğini gösterir. Tam bir usta olan yönetmenimiz Chan-wook Park
da bu sahneyi yukarıdan yani tanrısal bir açıdan izlettirerek sahnenin gücünü
artırır. Ne var ki, bu şehvetli anlarda Sang-hyeon, koridorun uçunda yerde
yatmakta olan felçli kadın tarafından izlenildiğini fark etmesiyle –aslında bu
kadının gözü bir nevi kamera görevi görür- kendine gelir. Âşık olduğu kadının
öldüğünü anlamasıyla onu hayata döndürmeye karar vermesi aynı anda gerçekleşir.
Kendi kanından, canından yararlanarak onu hayata döndürmeye çalışması uzun bir
süre başarısız olur. Lakin son olarak dilini keserek yaptığı hamle tam olarak başarıyı
getirir. Burada da yine Tau-ju’nun büyük bir şehvetle aşkının dilini ağzına
alması ve onu defalarca, hiç bırakmamacasına içine alması cinsel birleşmenin
bir başka tasviri olur kuşkusuz. Zaten bu anlardan sonra Tau-ju’nun yaşama
dönmesi –elbette bir vampir olarak- tıpkı sevişmeden sonra tatmini yaşamış
birinin o coşkulu, memnun, hayat dolu ifadesiyle bire bir örtüşür. Kendilerini
birbirlerinin kanı, canı ile sulayan hem kanlarını hem de tüm mahremlerini
paylaşıp bir bütün olan bu aşk dolu vampirlerimiz sinemanın unutulmazları
arasında yerlerini alırlar böylece.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder