Savaş ve çocuk… İnsanlık tarihi ile yaşıt olan
savaşlar, en çok da çocukları vurmuştur kuşkusuz. İnsanların çıkar ilişkileri
adına başlattıkları savaşlar, hiçbir şekilde bu kirli ilişkilerin içinde
olmayan küçük bedenleri ya da masum ruhları ziyadesiyle etkilemiştir. Para,
toprak, güç ve iktidar adına yapamayacağı kötülük olmayan insanlık, küçük
bedenleriyle büyük adamlar olmak zorunda bırakmıştır çocukları da.
İşte Beasts Of No Nation da tam olarak bu durumu
anlatan çarpıcı filmlerden biri olarak karşımıza çıktı çok yakın zamanda. 72.
Venedik Film Festival'inde yarışan ve Marcello Mastroianni Ödülünü kazanan
film, Afrika’daki iç savaşta, gerilla olmak zorunda kalan Agu’nun hikâyesini,
oldukça sarsıcı bir anlatımla sunuyor. Üstelik film, Agu’nun eline silah
verilmeden önce – savaşın ortasında bile olsa çocukluğunu yaşadığı zamanlar-
arkadaşlarıyla birlikte zaman geçirmek için buldukları meşgalelerinin
sıcaklığının yüzümüze yansıttığı tebessümün tadını çıkaramadan dalıyor can
sıkıcı yola. Lakin seyirci olarak aklımız da gönlümüzde Agu’nun çocukluğunda
kalıyor. Tüm filme damgasını vuran o sahnelere dönecek olursak…
Agu, arkadaşlarıyla
birlikte sadece çerçevesi kalmış bir televizyonu tanıdık bir adama getirirler.
Çocukların hayal dünyasından bir haber olan bu adam, daha baştan hurdası kalmış
bu televizyonu neden bana getirdiniz diye Agu’ya çatmaya başlar. Fakat Agu
sabırlı bir şekilde arkadaşlarına özellikle en yeteneklisi olan Dike’ye başlama
komutunu verir. Ya da televizyonu açar diyelim. Bir pembe diziyi canlandıran
çocuklar o kadar başarılıdır ki, seyirci olarak ağzımızın kulaklarımıza varması
pek geç kalmaz. Ne var ki asıl hedef seyirci bizim kadar bu gösteriden
hoşlanmamıştır. Agu, her zamanki sabrıyla kanalı değiştirir. Komutu alan
çocuklar dans kanalına sonra da kung-fu yapanların izlendiği kanala geçerler.
Hatta kendilerini ruhsuz bir şekilde izleyen adama bu yaptığımızda mı gol değil
dercesine Dike’nin final sahnesinde yaptığı hareket de olumlu geri dönüş almaz.
Büyük ve umut dolu çocuk dünyalarından bir nebze olsun anlamayan bu adamı terk
ederek yollarına devam eden karakterlerimiz
askerlerin yanına doğru yol alırlar. Bu askerlere ise eteklerindeki
taşların en parlak olanını dökmeleri gerektiğini düşünmüş olsa gerekler ki,
seyircinin de askerlerin de hafızalarından silinmeyecek bir yaratıcılık
sergilerler. Bu kez üç boyutlu bir televizyon seyri sunar Deki, izleyenlerine.
Bir belgesel yayını yapan kanalı kendine seçen Dike, hafızalardan silinmeyecek
bir üç boyutlu sahneye şahit eder bizi. Ekrandan kafasını uzatan muhtemelen
yılan temsili, seyirci olarak bizleri tam anlamıyla mest eder. Bunun üzerine bu
hınzır adamcıkların askerle televizyon için yaptıkları pazarlıkta bir o kadar
can alıcıdır. Sonunda bir kap yemek ile dünyanın en mutlu çocukları olmaları adeta
yüreğimizi cız ettirirbiz seyircilerin. Bir daha da muhtemelen hiç bu kadar
mutlu olamayacak bu çocukları şimdilik yedikleri yemeklerin tadını çıkarmaları
umuduyla yalnız bırakırız.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder