Fransa Sineması İçin Tarif Edilemez Bir Nimet
Tunus asıllı Fransız yönetmen Abdellatif Kechiche, Fransa
sineması için varlığı tarif edilemez bir nimet. Zira sinemasıyla Fransa’da
yaşayan göçmenlerin varlığını, onların yaşayışlarını, aşklarını, büyümelerini,
hayallerini perdeye yansıtan bir isim o. Ayrıca bugüne kadar yarattığı beş uzun
metraj filmiyle bu durumu asla politik, didaktik, sıkıcı bir dille yansıtmamış
olmasıyla da takdir toplamalı. Kechiche, Arap asıllı Fransız vatandaşların ya
da göçmenlerin yaşayışını tüm renkleri, kıskanılası aşkları, kibirden, süsten
uzak, samimi hayat tarzlarıyla perdeye yansıtarak, Fransız entelektüellerin
tersine işleyen yaşamlarının karşısına konumlandırmayı ustalıkla başarmıştır.
Öyle ki sadece bir aşk ve büyüme hikâyesi olarak okunan son filmi La vie
d'Adèle bile görmek isteyene bu konuda çok önemli nüveler sunan bir etkiye
sahip.
Çocuk yaşta geldiği Fransa’da hayatını drama eğitimi almak
gibi kendisi için biçilmiş kaftan bir yolu adımlamaya başlayan Kechiche, önce
birçok oyun sahneye koymuş sonra da beyaz perdeye olan kalıcı ziyaretini
oyunculukla başlatmış biri. Oynadığı filmlerdeki başarılı performansını
ödüllerle de taçlandırmayı başarınca kendini daha iyi tanımış olacak ki bu
yeteneğini kamera arkasında şahlandırabileceğini anlar. Ve 1982’de başladığı
oyunculuk kariyerini 2000 yılında çektiği La faute à Voltaire ile yönetmenliğe
taşımış, sonrasında da bu yolda karar kılarak başarılara imza atmıştır.
Gösterişten Uzak Bir Sinema Anlayışı
Kechiche, Fransa sinemasının cinsellik olarak her daim en
cesur filmlerine imza atmıştır her daim. Özellikle son filmi La vie d'Adèle ile
bu durumu birçok kesimin tepkisi ile karşılaşma pahasına sınırların ötesine
kadar zorlayan yönetmenimiz, bana kalırsa çoğu yönetmenin isteyip de cesaret
edemediğini gerçekleştirmiş oldu. Onun sinemasının cinsellik konusunda elini
korkak alıştırmamasının yanında elbette ayırt edici birçok meziyeti var:
Üzerine uzun uzun konuşulacak derinlikteki bol diyaloglu sahneleri, adeta bir
teşhirci misali oyuncularını santim santim inceleyen yakın ve uzun plan
sekansları ve genelde sabır isteyen süreleri onun sinemasının en ayırt edici
yanlarıdır.
Tüm bu meziyetlerinin yanında asla es geçilmemesi gereken
noktalarından biri ise gösterişten, kusursuzluktan değil de doğallıktan yana
anlayışı olsa gerek. Kechiche, bir karakterin yemek yerken lokmaları kusursuz
çiğneyişini değil dişlek dişli ağzının içini gösteren, çenesine kadar bulaşan
yemek artıklarına odaklanan ya da ağlayan bir karakterinin inci tanesi gibi
süzülen gözyaşını değil de ağzının içine kadar giren sümüğünü gösteren bir
anlayışı benimser. Onun sinemasındaki gibi samimi ağlamaları, ateşli
tartışmaları, iştahlı yemek yemeleri, katıksız gerçek cinselliği görmek çok
zordur kuşkusuz. Son olarak kapı aralamak istediğim bir diğer konu ise onun
üstün meziyetiyle alaşağı edilen, yaşam tarzları ve anlayışlarıyla yerden yere
vurulan, komik duruma düşürülen üst orta sınıf Fransız hayatlarını izlemek
büyük bir keyif verir görmek isteyene.
Kechiche, hiçbir
filminde bunu yapmaktan çekinmemiş, yer yer dozunu arttırmaktan da asla imtina
etmemiş bir gözü karadır aynı zamanda. Bir yandan filmlerinde odak noktası
yaptığı hayatları tüm çıplaklığıyla gözler önüne sererken ucundan, kıyısından o
hayatlara teğet geçen, değen ama o hayatları bazen büyük sarsıntılara gebe
bırakan üst orta sınıf Fransızları da hedefinden boş göndermez. Şimdi diler
misiniz az da olsa kafanızda canlandırmaya çalıştığım bu sinemaya filmlerle
daha yakından bakalım.
1) La vie d'Adèle (Mavi En Sıcak Renktir) - 2013
Kechiche’in izleme şansına erdiğimiz şimdilik son filmi olan
La vie d'Adèle, onun aynı zamanda tartışmaları da beraberinde getiren yapımı
oldu. Fransız çizgi roman yazarı Juile Maroh’un
‘’Le bleu est une couleur chaude’’ isimli çizgi romanından uyarlanan
film, uzun sevişme sahneleri, bir erkek yönetmenin lezbiyen bir ilişkiyi perdeye
taşıma ehliyetinin olup olmadığı gibi fikir ayrılıklarını oyuncularla yönetmen
arasında yaşanılan ve uzadıkça uzayan tartışmaları da beraberinde getirdi.
Filmi izleyen bazı kesim Kechiche’in kadın vücuduna teşhirci yaklaştığından,
bazı kesimler de lezbiyen ilişkiyi pornografik bir düzleme taşıyarak bu durumu
fırsata çevirmeye çalıştığından dem vurdular. Peki, tüm bu yakıştırmalar ne
kadar doğruydu? Elbette bunun cevabını veremeyiz ama tüm bu yaftalamaların
benim filmi okumamda kendine yer bulamadığını söyleyebilirim.
Adèle isimli genç bir kadının hem Emma ile olan aşk
hikâyesine hem de onun sancılı büyümesine şahit olduğumuz La vie d'Adèle, pek
dillendirilmese de Fransız entelektüel hayatına ve bu hayatı şekillendiren
bireylere eleştirel bir noktadan bakan bir yapım aynı zamanda. Bizim peşinden
takip ettiğimiz karakter Adèle, ne kadar yaşadıklarında, hislerinde, duygu
patlamalarında gerçekse Emma bir o kadar plastik davranışlarıyla fazlasıyla sahtedir.
Adèle, her zaman ne istediğini bilen, kendini tanımaya çalışan, denemekten, değişmekten
korkmayan, ıslah olmaz bir keşifçiyse Emma bir o kadar kalıplara hapsolmuş,
kendisinin değil de içinde bulunduğu zümrenin ne istediğine ayak uyduran,
değişmeyi değil değiştirmeyi benimseyen bir zavallı olarak çizilir Kechiche
tarafından. Hal böyle olunca hatalarına rağmen hep Adèle tarafında oluyoruz
elbette.
Adèle, öyle bilinmezlere gebe bir hayatı temsil ediyor ki
filmin finalinde bile şimdi nasıl bir hayat onu bekliyor diye merak etmekten,
üzerine hayaller kurmaktan, tahminlerde bulunmaktan kendimizi alamıyoruz.
Emma’nınki ise tam da baştan beri olduğu gibi tam da hapsolduğu sınırlar
içerisinde devam etmektedir oysa. Empati kurduğumuz karakterin her bir anının
tüm çıplaklığıyla gözler önüne serildiği, lezbiyen bir ilişkinin değil ruh ve
beden uyumunun sesine kulak veren, aşkı cinsiyetlere, sınıflara mahkûm etmeyen
bir sinema var karşımızda. Mavi renginin her bir anına sirayet ettiği film, Kechiche’in
her türlü devrimin, cinsel devrimden geçtiğini yüksek sesle söylediği, Cannes
Film Festivali’nde Altın Palmiye kazanarak da başarısını taçlandırır.
2) La graine et le mulet (Balıklı Bulgur) – 2007
Kechiche sinemasının bir diğer başyapıtı olan La graine et
le mulet, bu kez artık hiçbir işe yaramadığı düşünülen bir zamanda küllerinden
yeniden doğmaya çalışan bir aile babasının çırpınışlarına odaklanır. Lakin
büyük usta sadece bu süreçte bizleri kahramanımız Slimane ile değil filmdeki
birçok karakterle haşır neşir yapacaktır. Zira ne de olsa Kechiche, çok
karakterli, fazla tanınmayan, amatör oyuncularla çalışmayı tercih eden ve
onlarla bizleri adeta birlikte bir hayat yaşıyormuşçasına içli dışlı yapan bir sinema
yaratıcısıdır. Filmde, Slimane’nin bitmiş olan evliliğindeki eski karısı,
çocukları, sevgilisi, onun kızı, kaldığı otelin sakinleri ve çocuklarının
ailesi olmak üzere kalabalık bir karakter bombardımanı karşılar bizleri. Kechiche,
her birini incelikle dokumaktan asla kaçınmayarak, her birini seyirciyi tatmin
edecek düzeyde işlemeyi ihmal etmez. Bir de elbette resmi işlerden dolayı
muhatap olacağımız üst orta sınıf Fransız tabakası…
Çalıştığı iş yerinde çalışma saatleri azaltılınca zaten
süregelen monotom hayatına yeni bir kapı aralamak isteyen Slimane, harabe bir
tekneyi lokantaya dönüştürerek, kültürünün en müstesna örneği olan, belki de onun
doğduğu topraklardan kopmasını önleyen balıklı bulguru müşterilerine sunmak
ister. Fakat bunu yapmak öyle de kolay değildir. Bu uğurda oldukça sıkıntılı
evraklar, çetrefilli bir süreç ve fedakârlıklar gerekir. Bu uğurda ona en çok
arka çıkacak kişi ise sevgilisinin kızı Rym olur. Rym ile Slimane’nin bu
sürecinde diğer karakterlerin hayatına ortak olmaktan da asla geri kalmayacak
olmamız, filmin çok katmanlı yapısının en büyük ispatıdır.
Kechiche, La vie d'Adèle’de nasıl soslu makarna ile bizi
defalarca senli benli yaptıysa bu kez de balıklı bulguru perdeye adeta bir
başkarakter olarak taşır. Bu uzun ve bol diyaloglu sahneleri, karakterlerine
yaptığı yakın çekim planları ve Fransa’da yaşayan farklı kültürlere olan gerçekçi
ve samimi yaklaşımını konuşturduğu filmini Kechiche, özellikle finalde
şahlandırır. Yolunda giden her şeyin yine dolaylı da olsa bir Fransız nedeniyle
sekteye uğramasını telafi etmek adına Rym ve Slimane’nin ayrı ayrı
çırpınışlarının paralel kurgu ile perdeye yansıdığı dakikalar tek kelimeyle
muhteşemdir. Yönetenimizin yine dikte ettirilenin tam tersi bir kadın vücudu
(gayet etine dolgun, göbekli) üzerinden ve kültürünü de içine katarak
gerçekleştirir bu sahnesini. Lakin en önemlisi bu şov karşısında kendinden
geçen, tüm maskelerini farkına varmadan çıkaran üst orta sınıf Fransız
tabakasının içler acısı durumu olur.
Ayrıca bu oryantal dans sahnesinin yönetmen tarafından bir
yıl sonra Sueur (Ter) adıyla uzun metraj filme dönüştürüldüğünü de belirtmek
isterim.
3) Vénus noire (Siyah Venüs) – 2010
Fiziksel görüntüsü nedeniyle Hottentot Venüsü olarak
adlandırılan Saarjit Baartman’ın gerçek hayat öyküsüne odaklanan Vénus noire, Kechiche
filmografisinden birçok açıdan ayrı düşer. Genelde günümüzde Fransa’da geçen,
hayatlara odaklanan Kechiche, bu defa bizleri 19. Yüzyılın İngiltere ve
Fransa’sına, ırkçılığın, faşizmin, köleliğin kol gezdiği döneme götürüyor. Her
ne kadar yine üst sınıf Avrupalıları sert bir dille eleştirmesi, göçmenlerin
yaşadığı yıkıcı sürece kapı aralaması ve elbette kamera kullanımı, plan sekansları
ile tam anlamıyla Kechiche filmi diyebiliriz Vénus noire için. Lakin Kechiche,
ilk defa bir dönem filmi ile üstelik tek bir karaktere odaklanan dönem filmi
ile karşılar bizleri. Hal böyle olunca da seyirci olarak bir nebze yadırgamamız
normal.
Saartjie ya da vaftiz ismiyle Sarah, görünüşü nedeniyle sahibi
tarafından bir vahşiymiş gibi şov yaptırılarak gösterilere çıkarılır. Bu
durumdan hiç hoşlanmayan karakterimiz ise kurtulmaya çalıştıkça daha da kolunu
kanadını kaptıracaktır. Her gece yaşadığı aşağılanmaların üstesinden gelemeyen
Saartjie, kendini alkol ve tütüne verir öncelikle. Fakat sahibinin değişmesiyle
onu Fransa’da çok daha kötü koşullar ve bataklığın en dibi beklemektedir.
Görünüşü nedeniyle kimi zaman bir vahşi, cinsel organının
görünüşüyle ise çoğu zaman bir arzu nesnesi olan Saartjie namı diğer Vénus
noire, her daim bakılan konumunda olur. Bakanlar ise kimi zaman onu kıskanan
Avrupalı kadınlar, kimi zaman onu arzulayan erkekler kimi zaman da bilim adına
onu hadsizce inceleyen bilim adamlarıdır. Bu bakışlara hayatı boyunca maruz
kalmak zorunda olan Saartjie ise bir süre sonra mücadele etmeyi bırakarak,
teslim olur.
Kechiche, bu filmde biz seyircileri başkarakterin yanında
değil de ona bakanların yanında konumlandırdığı için eleştirilmiştir. Lakin Kechiche’in
bunu bile isteye yaptığını düşünmemekle beraber, aksine karakterimizin iç
dünyasına çok fazla girmemenin, gizemli ve dış dünyaya –bu biz seyirciler de
olmak üzere- kapalı bir karakter yaratmak için olduğunu düşünenlerdenim. Bir
dönem filminin altından da nasıl kalkılabileceğini ispatlayan yönetmenimiz,
kusursuz bir biyografiyi de filmografisine ekler böylece.
4) L'esquive (Kaçak) – 2003
Kechiche’in ikinci filmi L'esquive namı diğer Games of Love
and Chance, Fransız oyun yazarı Pierre
de Marivaux’un bir oyunundan alır bu ismi. Tabii filmin Marivaux ile ilişkisi bu
kadarla sınırlı değil: Fransa’nın genellikle göçmenlerin yaşadığı, kenar
mahallelerinden birindeki okulda yılsonu gösterisi için sahnelenecek oyun, tam
da Marivaux’un en önemli eserlerinden Games of Love and Chance’dir. Kechiche’in
Pierre de Marivaux’ya olan düşkünlüğünü La vie d'Adèle de izleyince iyice
anlamıştık. Zira Kechiche, orada da yine Marivaux’un bir eserini Adèle’in
okuduğu sınıftaki edebiyat dersine konu yapmaktaydı. 17. yüzyılda yaşamış ve
üst sınıfa yönelik aşkın metafiziğini irdeleyen eserleriyle var olmuş Marivaux’un,
La vie de Marianne (Marianne’nin Hayatı) Adèle ve arkadaşları tarafından
derinliğine irdeleniyordu.
Bu iki filmin birbiriyle münasebeti aslında Marivaux
eserleri de değil sadece. Kechiche, adeta La vie d'Adèle’de çok da tanıma şansı
bulamadığımız gençlere yıllar önce L'esquive ile çok yakından bakmış aslında. Evet,
L'esquive’i tam olarak bu şekilde özetleyebiliriz. Tamamı neredeyse amatör
oyunculardan oluşan filmde bir sınıftaki öğrencilerin aynı zamanda da aynı
mahalleyi paylaşmalarından dolayı sürekli birlikte olmaları, birbirlerine aşık
olmaları, kavgalarını izlerken bazen de sırf o mahallede yaşadıkları için maruz
kaldıkları muameleyi birlikte sırtlayışlarına tanık oluruz.
Krimo adlı gencin sınıf arkadaşı Lydia’ya olan aşkı bir anda
ortalığı karıştırır. Bir yandan diğer arkadaşların da dâhil olmasıyla çözülmeye
çalışılan, çözülmeye çalışıldıkça daha da karmaşıklaşan bu süreci her an
provası yapılan Games of Love and Chance oyunu da eşlik eder. Yalnız ilginç
olan şu ki: hikâyeye sürekli eşlik eden Marivaux’un eseri ne kadar ağdalı ve
üstense gençlerin birbiriyle ilişkisi o kadar samimi ve sadedir. Bu da filme
çatışma kazandıran en önemli etkendir kuşkusuz. Cesar’dan En İyi Film, En İyi
Yönetmen, En İyi Senaryo ve Umut Vaat Eden Aktris (Sara Forestier) ödüllerinin
sahibi olan filmin en dehşet verici anları ise Fransa’yı temsil eden polislerin
gençlere, adeta suçlu hatta daha da ötesiymiş gibi muamele gösterdikleri sahnede
saklı olsa gerek. Kechiche, tüm film boyunca suya sabuna dokunmayıp da tek bir
sahnede yine bakış açısını açıkça belli etmiştir.
5) La faute à Voltaire (Kabahat Voltaire’de) – 2000
La faute à Voltaire’de Jallel adlı göçmenin Fransa’da üç
aylık oturma izni aldığı süre zarfında başından geçenlere odaklanır. Jallel,
kendisi gibi göçmenlerle birlikte bir otelde yaşar ve geçici işlerle hayata
tutunmaya çalışır. Fakat bu süreçte karşısına çıkan iki kadın ile olan ilişkisi
ise ona hayatı epey zorlu kılar. Fakat yanlış anlaşılmasın, Kechiche,
başkarakterimizin karşısına çıkan kadın karakterleri asla eleştirmez.
Çocuğundan dolayı son anda evlenmekten vazgeçen Nassera ve ne yazık ki pek
bilmediğimiz sebeplerden ötürü psikolojik tedavi görmek zorunda kalan ve hâlâ
da aşamadığı sorunları olan Lucie’yi yargılar film. Aksine zorlu bir hayat
yaşayan ve bu zorlu hayata bir şekilde göğüs germek zorunda kalan
karakterlerdir her biri. Ve diğer karakterler de dâhil olmak üzere hepsi
toplumun kaybedenler kısmında, verdikleri mücadele ile karşımıza çıkarlar.
Kechiche’in bu ilk göz ağrısı elbette birçok yönden
eksikleri, kusurları olan bir yapım. Lakin bir yönetmenin ilk işi olması
açısından bir yandan da oldukça başarılı olduğu inkâr edilemez. Yönetmen, bu
ilk filminden çok karakterli, uzun planlı, bol diyaloglu alışkanlıklarının ilk
nüvelerini verir. Lakin karakterleri çok derinlemesine çizemediği, senaryo
konusunda henüz biraz tutuk olduğunu inkâr edemeyiz. Ayrıca Kechiche, henüz
hedef tahtasına oturtacağı kesimi ve ilerde epey sivriltecek dilini yontmaya da
pek başlamamıştır. Her şeye rağmen filmografisiyle göz dolduran başarılı bir
yönetmenin ilk basamağı ile tanışmak, onu tanımanın en önemli hamlesidir bana
kalırsa. İşte tam da bu sebeple es geçilmemeli derim ben.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder