3 Ağustos 2018 Cuma

Andrey Zvyagintsev Sineması



Aile Üzerinden İnsanlık Resmi

Neredeyse duraklama dönemine girmiş Rus sinemasının küllerinden yeniden doğuşunun müjdeleyicisi olan Andrey Zvyagintsev, ilk uzun metrajı olan olan Vozvrashchenie ile başladığı yolda emin adımlarla ilerlemeye devam ediyor. Oyunculuk ile başladığı sinema kariyerine yönetmen olarak devam eden Zvyagintsev, asıl yeteneğinin kamera arkasında olduğunu her geçen gün daha da ispat ediyor adeta. Henüz ilk filmiyle tüm dünyada ilgiyi üzerine çeken Zvyagintsev, ödüllerle de bu başarısını şahlandırıp istikrarlı bir şekilde üretmeyi sürdürüyor. Rusya sinemasına damgasını vurmuş, büyük usta Andery Tarkovski’nin veliahtı olarak da görülen Zvyagintsev, ustalarının izinden gitmekle kalmayıp kendine has sinemasını da yaratmıştır hiç kuşkusuz.

Filmlerinde mutlaka bir aile ve bu ailenin bir şekilde çözülmesi mutlaka vardır. Birçoğunda aile mevzusu aslında Rusya’nın ya da son filmi Nelyubov için kendisinin de ifade ettiği gibi tüm insanlığın metaforu olarak kullanılır. Toplumun en küçük biriminde görülebilen durum tüm insanlığın geldiği noktaya ışık tutar. Örneğin her filminde aile içerisinde baş gösteren sevgisizlik, güvensizlik tüm insanlığın şu anki durumunu özetler aslında. Zvyagintsev, aileyi meselelerini anlatmak için metafor olarak kullanırken babayı İsa ya da Tanrı olarak resmeder genellikle. Ailenin diğer bireylerini ise İsa’nın havarileri veya Tanrı’nın kulları olarak…

Filmlerinde neredeyse Tarkovski kadar dini metafor ya da göndermelere başvuran Zvyagintsev’nin elbette tıpkı ustası gibi inançlı olduğu su götürmez bir gerçek. Lakin her ne kadar inançlı biri olsa da hatta inançlı bir aileden gelmemesine rağmen orta yaşlarında vaftiz olsa da seküler bir anlayışa sahip olduğunu da dile getirmiştir. Bu nedenle hiçbir samimiyeti olmayan, tamamen ticari bir mantıkla çalışan, devletin çürümüş, kokuşmuş kurumlarıyla el ele veren Hıristiranlık kurumunu hedefine almaktan çekinmez filmlerinde. Zaten Leviafan’da Kilise’yi ne kadar ifşa etse de çıkar ilişkilerine bulaşmayan bir din adamını kutsayarak tam olarak durduğu yeri işaret etmiştir.

Toplumun Uç Kesimleri Arasındaki Güç Dengesi

Din kurumundan daha çok hedefine aldığı bir diğer kurum ise bürokrasi olur. Devlet liderleri, devletin tüm kademelerindeki çalışanlarından tut da işleyişe kadar hepsini en net şekilde perdeye yansıtan Zvyagintsev, bu konuda her geçen gün cesaretini daha da arttırmıştır. Yine Leviafan filminde geçmişteki devlet liderlerinden tut da ülkenin şimdiki liderine bile dil uzatmaktan çekinmez. Zaten Leviafan, Rusya’daki muhafazakâr kesimin, din kurumunun ve devletin Zvyagintsev’a tüm kapılarını kapatmalarına, onu itelemelerine sebep olan film olur. Leviafan bir nevi bardağı taşıran son damla olur. Son filminde devlet desteği almayan, zaten almaya da teşebbüs etmeyen Zvyagintsev, tamamen yabancı desteklerle filmini çeker. Böylece törpülemesi gereken dilini daha da sivriltmek için fırsat yakalamış olur. Zira Nelyubov ile arı kovanına çomak sokmaya büyük bir zevkle devam eder.

Tüm bunların yanında takıntılı olduğu, kullanmaktan asla vazgeçmeyeceği birçok alışkanlığı da vardır elbette. Dini olayların resmedildiği sanat eserleri, eskimiş, terk edilmiş binalar (Rusya’nın metaforu –Leviafan’da bunun yerini iskeleti kalmış bir deniz canavar olan leviafan alır-), karakterlerden birinin kaybolması gibi durumlar ilk akla gelenlerdendir. Yine erkeklik hallerini perdeye ustaca yansıtan yönetmenlerden biri olan Zvyagintsev, Leviafan’daki atış talimi yapılan sahnesiyle kimi seyircinin aklına Emin Alper’in 2012 yapımı Tepenin Ardı filmini getirir.

Zvyagintsev’in filmlerindeki tekniğe baktığımızda ise geniş açı çekimler, zoom in’ler kamera hareketlerinde özellikle belirtilmesi gerekenler olarak söylenilebilir. Kurgu oyunlarına Izgnanie hariç hiç bulaşmayan, lineer akan hikâyelerin anlatıcısıdır aynı zamanda. Müzik kullanımına Elena hariç pek yanaşmayan Zvyagintsev, filmlerindeki kusursuz görüntü yönetimi ise unutulmamalı. Özellikle mavi olmak üzere solgun renklerin çok baskın olduğu filmografisi, Elena dışında doğanın kimi zaman dingin ama tedirgin edici kimi zamanda ürpertici, yırtıcı yanından beslenir. Yaratan ve kulları, güç sahibi ile tebaası, üst sınıf ile alt sınıf, kadın ile erkek gibi toplumun iki uç kesimini buluşturan ve bunlar arasındaki güç dengesini perdeye yansıtan Zvyagintsev’in ve onun tüm filmografisi:


1) Vozvrashchenie (Dönüş) - 2003

Zvyagintsev’in ilk filmi olan Vozvrashchenie sadece onun tüm dünyada tanınmasına değil aynı zamanda da küllerinden –özellikle de Andrey Tarkovski’nin- yeniden doğan Rus Sineması’nın da müjdeleyicisi olmuştur. Sovyet döneminden sonra adeta yok oluş sürecine girmiş bir sinemanın büyük ustaların izinden yürüyerek onlara selam göndererek yaratılan bu film, Rusya topraklarındaki anlatılacak eşsiz hikâyelerin varlığına ve hâlâ gün yüzü görmemiş yeteneklerin varlığına ışık tutar aynı zamanda. Zvyagintsev, Tarkovski ustanın sinemasının en önemli nüvelerini heybesine doldurarak kamera arkasına geçerek bir baba ile oğullar (Tanrı ile kulları) ya da bir büyüme (insanlığın evrimi) hikâyesine imza atar.

Yıllardır eve uğramayan Andrey ile İvan’ın suretini bile hatırlamadıkları baba, bir gün çıkagelir ve oğullarını yanına alıp bir yolculuğa çıkar. Yıllardır görmediği, büyümelerine şahit olmadığı çocuklarına babalık yapmaya çalışır bu adam! İvan ile Andrey’in babaları ile karşılaşmadan önceki süreçten başlayıp babalarına kavuşmaları, onunla zaman geçirmelerine ve onu kaybetmelerine evrilen sürece şahit olduğumuz film, kısa zamanda büyük bir değişime şahit eder bizleri. Film boyunca birçok farklı durum ile karşılaşmak mümkün. Karşılaşma, kabulleniş, isyan, sorgulayış, iman, inkâr ve daha niceleri…

Çocuk yaşta babası tarafından terk edilen Zvyagintsev’in bir nevi otobiyografisi olarak da okuyabileceğimiz filmde, babanın Tanrı veya İsa yerine koyulduğu su götürmez bir gerçek. Babanın yatakta yatarkenki görüntüsü, İtalyan Rönesans ressamı Andrea Mantegna’nın çizmiş olduğu Lamentation of Christ (Ölü İsa) resminin neredeyse bire bir yansımasıyken, babanın fotoğrafının frenkslerle dolu dini bir kitabın sayfalarının arasında durması ve babanın uyandıktan sonra ailesi (havarileri) –Andrey ve İvan da İsa’nın havarilerinden alır isimlerini- ile birlikte şarap eşliğindeki yemek yeme ritüeli İsa’nın son akşam yemeğinin bir türevi gibi neden okunmasın? Film bu gibi birçok dini referansdan beslenirken asla Tarkovski gibi dini kutsama yoluna tam olarak gitmese de Hıristiyanlık dini ile olan gönül bağını da saklayamıyor. En önemlisi ise yönetmenin daha sonraki filmlerine hatta son filmi Nelyubov’un temel meselesi olacak olan sevgisizlik mevzusunun da ilk tohumlarını filmografisine katıyor.

Asla öğrenemeyeceğimiz sırları (babanın yolculuk boyunca telefon ile kimlerle konuştuğu, sakladığı yerden çıkardığı sandığın içinde ne olduğu gibi), güçlü alt metni, dini referansları, muhteşem görüntü yönetimi, doğal oyunculukları, Zvyagintsev sinemasının ana renkleri olacak olan mavi, gri, yeşilin hâkimiyeti ve daha niceleri… Tanışmamış olmanın büyük bir talihsizlik sayılacağı bir film Vozvrashchenie.




2) Izgnanie (Sürgün) – 2007

Zvyagintsev’in her ne kadar Vozvrashchenie’nin gölgesinde kalsa da en az onun kadar güçlü olan filmi Izgnanie, bir Tarkovski filminden ayırt edilemeyecek denli benzerlik taşımaktadır. Yönetmenin Tarkovski filmlerine en çok yaklaştığı filmi olan Izgnanie, William Saroyan’ın The Laughig Motter isimli kitabından uyarlanır. Kırsala sürgüne giden bir ailenin çözülüşü olarak tarif edilebilecek olan filmde, erkek karakter yine Tanrı olarak resmedilir. Fakat bu filmde Tanrı ile kulları arasındaki çizgi baba ile çocuklar arasındaki ilişki üzerinden değil de koca ile karısı arasındaki ilişki üzerinden aktarılır. Çocukların oldukça arka planda olduğu filmde babanın doğacak ya da yaşayacağa karar vermesi tam da yaratıcının hükmüne işaret eder.

Başkasından hamile olduğunu kocasına söyleyen kadının kendini tam olarak erkeğin (Tanrı’nın) insafına bırakması ve erkeğin de en acımasız cezayı uygulaması… Asla söylendiği gibi bir affedici olmayan Tanrı’nın en acımasız yanına vurgu yapan Izgnanie, erkeklerin egemenliği altındaki kadının nasıl el birliği ile cezalandırıldığını gözler önüne serer. Burada Tanrı olarak resmedilen Alexander (Konstantin Lavronenko, Cannes Film Festivali’nde En İyi Erkek Oyuncu ödülünü almıştır), karısını ne kadar çok sevse de en acımasız yolu seçmekten imtina etmez asla. Tıpkı kullarını çok sevdiğini söyleyen Tanrı’nın türlü acıları onlara layık görmesi gibi.


Zvyagintsev’in bu filmdeki sanat ve din ile olan sıkı bağına biraz değinecek olursak karşımıza Da Vinci’nin Annunciation adlı eseri çıkar. Cebrail tarafından İsa’nın Meryem’e müjdelenişinin resmedildiği tablonun puzzle’ını yapan çocukların görüntüsünün olduğu anlar, filmin en önemli sahnesi olsa gerek. Filmde de Vera’nın aslında kocasından (Tanrı’dan) –ama kadın yalan söyleyerek başkasından olduğuna inandırır- hamile kaldığını söylemesi, filmin ana meselesinin bir tablo ile olan derin bağını gösterir. Peki, bu temsilin bir taklidi olan puzzle’ın çocuklar tarafından inşa edilmesi? Geleceğin kadın ve erkekleri olacak çocukların sürecin devamını şimdiden sürdürmeye, öğrenmeye başladıklarının göstergesi değil midir bu da?


Elbette yukarıda ettiğim birkaç kelam ile geçiştirilmeyecek kadar alt metni güçlü, her bir anının her bir karesinin güçlü göndermelere ev sahipliği yaptığı Izgnanie, yönetmenin daha sonraki filmlerinde asla doğanın sonsuz nimetlerinden bu kadar faydalanmayacağı filmi olarak da önemli bir yerde durur bana kalırsa. Zira doğanın kusursuzluğunu filmlerine böylesine bir ustalıkla yerleştiren Zvyagintsev, nedendir bilinmez ama bir sonraki filminde bizi dört duvar arasına hapsetmeyi tercih eder. Son olarak Zvyagintsev sinemasında ilk ve son kez bir kurgu oyununa da denk geldiğimizi belirtmem gerek.




3)Elena – 2011

Zvyagintsev, ilk iki filminin aksine keskin bir dönüş ile bizleri doğanın uçsuz bucaksız koynundan şehre, dört duvar arasına hapsediyor Elena ile. Bu tercihinde anlatmak istediği hikâyenin yapısı etken olmakta sanırım. Zira insanlığın gelmiş olduğu durumu özellikle de Rusya özelinde anlatmayı seçen Zvyagintsev, kapitalizmin çok daha net görüneceği şehir hayatını odağına alır. Tıpkı Sovyetlerin yıkılmasından sonra Rusya’da gittikçe derinleşen, derinleştikçe de iki tarafın da birbirine artık asla kavuşamayacağı bir uçurumu oluşturacak üst ile alt sınıf arasında geçen Elena, bu kez baba figüründen daha çok anne figürünü ön plana çıkaran bir film.

Üst sınıftan olan Vladimir ile alt sınıftan gelen Elena’nın menfaatler temelinde kurulan evliliklerinde her birinin önceki evliliklerinden olan çocuklarının odağa yerleşmesi şaşırtmıyor. Zira Zvyagintsev, baba, anne ve çocuk üzerinden meselelerini temellendiren bir yönetmen. Bu kez çocuklar daha büyük hatta evli ve çocuklu. Elena’nın çalışmayan, evli ve çocuklu oğlunun para sıkıntısı Elena’nın en büyük derdi. Bu dert uğruna aslında sakin ve merhametli görünen Elena’nın yapamayacağı hamle yoktur. Burada araya hemen ülkenin durumunu gözümüzün önüne getirmemiz çok yerinde olacaktır. Vatandaşlarının hayatlarını, geleceklerini garanti altına alamayan, devlet kurumlarından itibaren her şeyiyle tamamen çürümüş, elle tutulur yanı kalmamış bir ülkenin bireylerinin başlarının çaresine bakmak zorunda kalmaları bu açıdan çok önemli. Elena, torununun üniversiteye -ki bunun için de paraya ihtiyaç vardır- gidemezse çok zor koşulların geçerli olduğu zorunlu askerliğe alınacağını bildiği için kendisinden beklenmeyecek belki de asla yapmak istemediği şeyleri yapmak zorunda kalacaktır. Bir nevi her ne kadar yapmak istemese de devletin yerine getirmediği adaleti sağlayacaktır. Madem erkek (hükmedici, karar verici, devlet, Tanrı, İsa ya da diğerleri) eşitliğin sağlanmasına müsaade etmiyorsa kadın her ne şekilde olursa olsun gerekirse şiddet uygulayarak adaleti, eşitliği sağlar.

Zvyagintsev’in minimalist bir çizgide tamamen mavi ve gri renklerin kucağına bıraktığı ama ölüm ile bizleri yine oldukça sert bir şekilde hemhal ettiği, Philip Glass’ın filmin tedirgin edici atmosferine muhteşem uyum sağlayan müzikleri ile Elena, güçlü bir karakter filmi. Zvyagintsev’in filmografisinin öncesinde de sonrasında da çok tercih etmediği bir karakterin odakta yer alması durumu Elena’da çiğneniyor. Lakin peşinden sürüklendiğimiz Elena’nın Demokles’in kılıcı misali adaleti sağlayan hamlesi nedeniyle bir yandan onu desteklerken bir yandan da sorgulamak mümkün. Ne de olsa bu adalet sağlama hamlesinin tamamen bireysel bir çizgide kaldığı bir gerçek. Son tahlilde Elena, Zvyagintsev’in bir kadın karakteri odağına tam olarak alan tek filmi olması açısından da oldukça değerli. Mutlaka izlenmeli demekten kendimi almam mümkün değil bu nedenle de.




4) Leviafan – 2014

Zvyagintsev’in Altın Küre’de Yabancı Dilde En İyi Film ve Cannes Film Festivali’nde En İyi Senaryo ödülünü alarak tüm dünya tarafından kucaklandığı sondan bir önceki filmi Leviafan, aynı zamanda ülkesinde de en çok eleştirildiği filmi olmuştur. Ülkesinindeki Hıristiyanlık kurumunun, devlet sisteminin, hükümetin, bugüne kadar gelip geçen devlet liderlerinin ve daha nicesinin ağır eleştiri toplarından nasiplerine düşeni aldığı bu film, belki de yönetmenin bir şeyleri en kestirmesiz dile getirdiği filmidir. Zira belediye başkanının arkasında asılı olduğu Putin portresinden tut da bir grup erkeğin içki âleminin parçası olacak denli değerini yitiren eski devlet liderlerinin portreleri arasında pek de bir fark görmüyor Zvyagintsev. Sonuçta hepsini de hedef tahtasının ortasına koymaktan çekinmiyor zaten. Lakin tüm eleştirilerini korkusuzca yapan yönetmenimizin Hıristiyanlık kurumunu en ağır şekilde eleştirirken dine olan yakınlığını, şefkatini iliştirmeden de edemiyor. İnançlı ama kurumsallaşan din kurumuna tepkili Zvyagintsev’in tüm menfaatlerden uzak bir din adamı ile yaptığı İncil’den Leviafan hikâyesi aynı zamanda da filmin derdini tam olarak açık ediyor.

Zvyagintsev, tabii ki bu hengâmede asla bahsetmekten kendini alamadığı aile kurumunu da unutmuyor Bir türlü temelleri sağlam, mutlu bir aile tablosu ile bizleri buluşturmamak için adeta ant içen Zvyagintsev, yine bir aileyi küçücük bir hamleyle darmadağın ediyor. Böylece henüz toplumun en küçük yapı taşı olan ailenin bile varlığını sürdüremediği bir ülkede temellerine defalarca kendi elleriyle dinamit döşenen bir ülkeden ne beklenebilir? Başkarakter ile din adamının kısa sohbetinde bahsedildiği gibi Rusya büyük bir deniz canavarı olan Leviafan. Ve küçük deniz canlılarının bu canavar ile mücadele etme şansı açıkçası hiç yok.

Zvyagintsev, bir canavar tarafından esir alınmış ve yakın zamanda bu canavarın şiddetinden kurtulamayacağına inandığı ülkesine adeta ağıt yaktığı filminde hiçbir yerden tutunacak dal bırakmıyor seyircisine. Elena’dan sonra tekrar kırsala –çok daha iyi yüzdüğü sulara- dönüş yapan Zvyagintsev, muhteşem palan sekanslara, unutulmaz anlara, diyaloglara imza atıyor. Mavinin özellikle tüm filme sirayet etmesi artık bilinen bir gerçek.




5) Nelyubov (Sevgisiz) – 2017

Zvyagintsev’in şimdilik son filmi olan Nelyubov, aynı zamanda sinemasının hikâyelerinin kaynağı, doğup büyüdüğü topraklara bağlı olduğu göbek bağından yavaş yavaş kurtulduğu filmi de aynı zamanda. Bir önceki filmi Leviafan nedeniyle Rus hükümetinin ve geniş bir kesimin ona cephe alması sonucu Zvyagintsev, devlet desteği almadan tamamen yabancı desteklerle filmini yaratır.

Zvyagintsev yine bir aile çözümlemesine girişiyor; hem de en sertinden bir çözümleme bu. İlk filminden itibaren takıntılı olduğu kaybolma mevzusuna daha derinlemesine dalan filmde bu kez yönetmen derdini anlatmak için çatışmasını filmin başkarakteri olacakmış gibi bizlere yansıttığı Alyosha’yı kaybederek yaratıyor. Üstelik bu kaybolma konvansiyonel sinemada olduğu gibi ipuçlarını takip ederek sonuca ulaşılan cinsten olmuyor elbette. Zvyagintsev, Michelangelo Antonioni ustanın başyapıtı L'avventura’daki ya da Asghar Farhadi’nin başyapıtı Darbareye Elly’deki gibi bir bilinmezliğe sürüklüyor bizleri. Nasıl ki L'avventura’da Anna veya Darbareye Elly’de Elly anlam veremediğimiz bir bilinmezliğe gidiyorsa Alyoşa’nın durumu da tıpa tıp aynıdır. Zaten bu üç filminde meselesi kaybolan karakter ve onun bulunması değil arkada kalan karakterlerin kendi aralarındaki ilişkiyi veya bizzat kendilerini sorgulamalarıdır. Bu nedenle sıkı bir takip gerektiren ve her anı sürprizlere, heyecana gebe olan bir kayıp aranıyor filmi beklentisine giren seyirci için tam bir hayal kırıklığı olacaktır  Nelyubov.

Alyosha’nın kaybının üzerinden arama sürecinde yaşanılanların Rusya’nın devlet kurumlarının işleyişinin geldiği noktayı gözler önüne sermesi açısından oldukça çarpıcı bir resim ortaya koyuyor. Tıpkı Darbareye Elly’de Elly’nin aranması sürecinde İran’ın şeriat rejiminden dolayı yaşanılan sıkıntıları ele alması gibi. Kaybolan bir çocuğu bulma noktasında bile mesnetsiz kalan devletin zavallılığının yanına Zvyagintsev’in her filminde hedef tahtasından inmeyen Hıristiyanlık kurumu da payına düşeni fazlasıyla almakta.

Devlet kurumu ve dinin hedef tahtasına oturtulduğu Loveless’da bireyler ortaya konulan resmin neresindedir? İşte belki de filmin en gerçekçi ve oldukça sert olmasının en büyük sebebi buradaki seçimde yatıyor. Zira Zvyagintsev, bireyleri gereksiz bir masumlaştırma hamlesine girmeden ortaya koyarak biz seyircileri de tarifi mümkünsüz bir umutsuzluğa zerk ediyor.

Buz gibi hikâyesine eşlik eden seyircinin kanını donduran soğuk renkleri ve yine artık Zvyagintsev’nin alametifarikası olan seyirciyi adeta büyüleyen plan sekansların cazibesi filmin başarısındaki en önemli etkenlerden. Senaryonun cazibesine sinematografinin muhteşemliği eklenmeseydi çok eksik bir film olabilirdi belki. Zira Zvyagintsev’in yarattığı atmosfer, hikâyenin tamamlayıcı unsuru olarak filme hayat sağlayan ana damarlardan birini üstlenmekte. … Zvyagintsev, filmografisinin en iyisine ya da iyilerinden birine imza atmıyor belki ama yine boğazımıza oturan, sarsıcı bir film ile bizleri buluşturuyor.




Hiç yorum yok:

Yorum Gönder