Romanya Yeni Dalgası’nın en önemli isimlerinden olan
Cristian Mungiu, filmografisindeki filmlerin hepsiyle takdir almış, ödülleri
kucaklamış bir isim.
1) Occident – 2002
Mungiu, ilk uzun metrajı olan Occident’da başlar ülkesinin
trajik durumunu sinemasına yansıtmaya. İlk sahne ile Romanya’nın arka
sokaklarında başlarız yolculuğumuza. Daha jenerik akarken filmin anlatacağı
meselenin sinyalleri verilir aslında. İkiye ayrılan tren rayları Sorina ile
Luci’nin evlerinden atıldıkları için yollarının ayrılacağı ve bu yol ayrımında
iki karakterin karşılaştıkları kişiler ve olaylarla Romanya’da yaşanılan
hayatların bir özeti sunulur. Sorina mücadele etmekten yorularak Avrupalı bir
adamın evine, Luci ise hâlâ ümidini diri tutarak yine kendisi gibi çırpınan bir
karakterin arkadaşlığına sığınır. Fakat bu iş arkadaşının da ailesinin zoruyla
Avrupalı birinin kanatları altına sığınmak zorunda olması iki tarafta da
yaşanılan çaresizliği gözler önüne serer.
Romanya artık ne eski jenerasyonda ne de yenisinde umudun
karşılığı olamaz. Kurtuluş –aslında çok da farklı olmayan- Avrupa’da aranır. İş
bulmanın, bir aile kurmanın ya da en temel ihtiyaç olan barınmanın artık mümkün
olamadığı bir ülkede isteklerin, arzuların değil de zorunlulukların hemhal
olduğu hayatlar karşılar bizleri. Üstelik Mungiu, filmin ne başında ne akışında
ne de finalinde ufacık da olsa umudun hâlâ var olduğuna dair bir işaret vermez
ne yazık ki. Her ne kadar en çok hemhal olduğumuz üç karakterin zaman zaman
çırpınmasına, hayallerinin, aşklarının peşinden gitmesine ortak olduklarına
şahit olsak da hiçbiri –belki bu çırpınışta en çok Luci ikna edici olur-
nihayete erişemez.
Mungiu, bu ilk deneyiminde sonraki filmlerinde kullanmayı
tercih etmeyeceği bir kurgu oyununa girer. Daha sonra icra edeceği sinemasında
her ne kadar lineer akan hikâyeleriyle bizleri buluştursa da Occident’da sürekli
ileri ve geri hamlelere başvurur. Bir nevi iki geri bir ileri hamlelerle
yerinde sayan ve bir türlü saplandığı bataktan kurtulamayan ülkesinin durumu
ile özdeşlik kurmak ister sanki. Ve asla mutluluğa erişemeyen üç karakteriyle
–ve hikâyelerini dinlediğimiz diğer karakterlerle- ne Romanya’da ne de
Avrupa’da mutluluğun olmadığı gerçeğini yüzümüze sertçe çarpmaktan geri durmaz.
Gitmek mi kalmak mı? Sorusunun bâki kaldığı bu ilk deneyim eteğimize attığı
yığınla soruyla veda eder biz seyircilere.
2) 4 luni, 3 saptamâni si 2 zile (4 Ay, 3 Hafta, 2 Gün) – 2007
Mungiu’nun ikinci uzun metrajı olan 4 luni, 3 saptamâni si 2
zile, tek kelimeyle bir başyapıt. Cannes Film Festivali’nde Altın Palmiye
ödülünün sahibi olan bu filmi ilk etapta bir kürtaj draması olarak
okuyabiliriz. Fakat yönetmenin yapmak istediği bundan çok daha farklı bir şey.
Mungiu, Çavuşesku dönemini yaşamış biri olarak filmlerine o dönemin sancıları
taşımayı adeta bir görev bilmiştir her daim. 4 luni, 3 saptamâni si 2 zile’de
ise kürtajın yasaklandığı bir dönemde iki genç kızın bu yasağın gölgesinde
başlarının çaresine bakmasına ortak eder bizleri. Yalnız bu iki genç kızın
yaşadıklarına ortak olurken bir tanesinin peşine takılmamızı sağlar. Üstelik
zannedileceği gibi kürtaj olanın değil de bu süreçte ona yardımcı olan ama aynı
zamanda yaşanılanlardan ötürü değişip dönüşen Otilia’nın peşine takılırız. Onun
bu süreçte başına gelenlerden ötürü değil de gelebileceklerden ötürü
sorgulayışı ve bu sorgulanış esnasında uyanışı oldukça çarpıcı bir şekilde
çizilir.
4 aylık hamile olan –yoksa 5 ay mı demeliyiz- Gabita, bir an
önce karnındakinden kurtulmak zorundadır. Kürtajın yasak olduğu Çavuşesku
yönetiminin demir yumruğuyla yönetilen bir ülkede tahmin edileceği üzere bu hiç
de kolay olmaz. Mungiu, zaten oldukça zor olacağını tahmin ettiğimiz bu süreçte
biz seyircileri daha da germeyi amaç edinir. Kimi zaman ortam sesleriyle kimi
zaman hikâye açısından aslında hiçbir işlevi olmayan bir obje ile gerilimin
boyutunu sürekli arttırır. Seyirci olarak her an bir aksiliğin olacağına
öylesine bizleri alıştır ki Mungiu, finaldeki sükûnet hiç tahmin edilemeyecek
kadar şaşırtır. Tüm film boyunca bir şekilde hem devlet tarafından konulan
yasağı delmeye çalışan kadınların yolculuğuna hem de bir şekilde haşır neşir
olduğumuz üst-orta sınıfın içinde bulunduğu zavallı duruma da tanık olurken
Romanya’nın buz gibi havası, soluk renkli dünyası daha da içimizi karartır.
Genelde kapalı mekânlarda geçen film, sahip ve milimetrik ayarlanan
kamerasıyla, müziksiz tonuyla, az ama çarpıcı diyaloglarıyla baş döndürür.
Tüm bu meziyetlerinin yanında sinema tarihinin en unutulmaz
final sahnelerinden de birine sahip olan filmde, karşılıklı oturan iki kadının
bir devri arkalarında bırakarak –gerçekten arkada bırakmak mümkün mü?- önlerine
koyulan, bir nevi alternatifi olmadığı için yemek zorunda bırakılan et yemeğini
yemeyerek bir alternatif aramaları muhteşem değil de nedir?
3) Amintiri din epoca de aur (Altın Çağdan Öyküler) – 2009
''Efsane bu ya seksenli yıllarda binlerce romen aç kalmamak
için hırsızlık yapmak zorunda kalmıştır.'' Sözleriyle son bulan Amintiri din
epoca de aur, Çavuşesku rejiminin son 15 yılının mizahi bir şekilde anlatır.
Senaryosunun Mungiu’ya ait olduğu filmde farklı epizodlar farklı yönetmenler
tarafından anlatılır. Her biri birbirinden ironik olan bu hikâyelerden hepsini
kaleme alan Mungiu’nun öncelikle kalemine hayran kalmamak elde değil. Çavuşesku’nun
en kanlı döneminin Altın Çağ olarak isimlendirilmesini Mungui zekâsıyla hedef
alınması hayranlık uyandırmakta tek kelimeyle. Her epizodun ayrı ayrı
incelenmeyi hak ettiğini belirtmekle birlikte bana kalırsa en etkileyici olanı
Selamsız Bandosu filmini de hafiften anımsatan Dönme Dolap Efsanesi. Elbette
Parti Fotoğrafçısı Efsanesi, Azimli Aktivist Genç Efsanesi, Aç Gözlü Polis
Efsanesi, Hava Satıcılarının Efsanesi ve Tavuk Kamyonu Sürücüsü Efsanesi
bölümlerinin de takdire şayan olduğu su götürmez bir gerçek.
Tavuk Kamyonu Sürücüsü Efsanesi ile Hava Satıcılarının
Efsanesi arasındaki üslup benzerlikleri ve karakterleri alan boyunca hareket
ettirdikçe eşlik eden sessiz gözlem kamerası, sıkı kontrol edilen avuçiçi
lensler ve tek plan çekimin Mungiu'yu önerdiği gözlerden kaçmadığını da
belirtmek gerek. Diktatör eleştirisini hayran olunası bir mizah ile buluşturan
–asla bir sistem eleştirisi değil bir tek adam eleştirisidir- bu enfes
hikâyeleri radarınızdan kaçırmanız büyük talihsizlik olur.
4) Dupa dealuri (Tepelerin Ardında) – 2012
Mungiu, 4 luni, 3 saptamâni si 2 zile’den sonra bir kez daha
iki genç kadının öyküsüne bizleri ortak ediyor. Üstelik bu kez çok daha sert
bir şeklide ilerleyen hikâye finalde de daha çarpıcı sona eriyor.
“Tanrı’nın evine başka dinden olanın girmesi yasaktır.”
kapısında bu cümlenin yazılı olduğu manastırda seyreden film, yetimhanede
birlikte büyüyen ve herhangi bir tanıma ihtiyacı olmayan bir sevgi/aşk ile
birbirine bağlı Voichita ile Alina’nın hikâyesi. Bu karakterlerden biri
özgürlüğü, aşkı seçmiş diğeri ise teslimiyeti ve ket vurmayı… Tahmin edileceği
üzere de özgürlüğü ve aşkı seçen Alina, tüm filmi sırtlayan, sürekli fedakârlık
yapan, mücadele eden konumunda. Voichita ise adeta seyircinin ondan nefret
etmesine neden olacak şekilde Alina’nın çabalarına tepki vermeyen, parmağını
bile kıpırdatmayan bir karakter.
Dinin temsili olarak karşımızda duran Voichita, adeta
arkadaşının ve böylelikle özgürlüğün, aşkın mahvına sebep olan tepkisizliği,
kabullenişiyle hem kendisinden hem de sürekli nedamet getirilmesini salık veren
dinlerden de tiksinmemize neden oluyor. Tepelerin ardında, gözlerden uzak,
ambulansın bile gelmediği bir yerde bağnazlık tüm arsızlığıyla hüküm
sürmektedir. İçine sızan yabancıyı da bu bağnazlığı ile boğarak kurban vermekte
sakınca görmez ne yazık ki. Burada Alina’nın tıpkı İsa gibi çarmıha bağlanması
da oldukça manidar elbette.
Mungiu’nun bana kalırsa en umutsuz filmi olan Dupa dealuri,
kasvetli atmosferi, hiçbir hünere başvurmayan kamerası – yönetmen bunun
bilinçli bir tercih olduğunu söylemiştir- , siyah kıyafetleri, sürekli yağan
yağmuru ve gök gürültüsü ile hayli zor bir seyir sunar. Görüntülerin akıllara
özellikle Bir Zamanlar Anadolu’da filmini hatırlatan Dupa dealuri, Cannes Film
Festivali’nde hem senaryo ödülünün hem de En İyi Kadın Oyuncu (Cristina Flutur ile
Cosmina Stratan) ödüllerinin sahibi olur.
5) Bacalaureat (Mezuniyet) – 2016
Mungiu şimdilik bu son filmi ile Cannes Film Festivali’nde
En İyi Yönetmen ödülünün sahibi oldu. Her filminde olduğu gibi ülkesinde
yaşanılan gerçekleri gözler önüne seren Bacalaureat, Dupa dealuri’daki gibi bir
gitmek ile kalmak arasındaki ikilemi tekrar perdeye getiriyor. Ülkesinde kalan,
belki de geçmişte idealist bir genç olan babanın, kızını eğitimine devam etmesi
için yurtdışına gönderme çabaları karşılıyor bizleri. Fakat babanın bu çabaları
Romanya’nın gerçekleri nedeniyle hep hilelere, yalana, düzenbazlığa evrilmek
zorunda kalıyor. Baba da bir süre sonra içine girdiği girdaptan kurtulamayarak
yumağın içine katılıyor ne yazık ki.
Kızlarının daha iyi bir geleceği olsun isteyen anne ile
babanın rolleri ise çok farklı. Kızının kararlarına saygı duyan, onu özgür
yetiştiren ama onun geleceği için kılını kıpırdatmayan ayrıca başı sıkışınca
hemen sırtını ona veren anne mi yoksa her anında müdahaleci olan ama onun
geleceği için yanlış olduğunu bilse de gözünü budaktan sakınmayan baba mı daha
iyi kestirmek zor. Zaten Mungiu’nun da böyle bir amacı yok. Mungiu sadece
ülkesinin içine saplandığı rüşvet batağını, ahlaki çöküşü gözler önüne sererek
vatandaşların kısıldığı çıkmazı işaret etmekte.
Bacalaureat oyunculuklar açısından fazlasıyla öne çıkan,
Mungiu’nun yine takip edeceğimiz karakter konusunda sağ gösterip sol vurduğu
bir film. Zira isminden dolayı da Eliza’yı takip edeceğimizi düşündüğümüz
filmde Eliza’yı değil de Romeo’yu takip ederiz. Romeo’nun yaşadıkları filmin en
büyük trajedisi olur. Bu sebeple de her ne kadar yaptıklarını onaylamasak da
annedense baba ile özdeşlik kurmaktan kaçmak mümkün olmaz.
Son olarak Bacalaureat’i Mungiu filmografisi içerisinde
değerlendirecek olursak elbette ilk sıralarda yer alması mümkün değil fakat en
çok umut vaat eden filmi olduğunu inkâr edemeyiz. Üstelik bu umudu
duyumsamamızı sağlayan şey yeni nesilden gelir. Mungiu, Eliza nezdinde bir
şeylerin hâlâ değişip düzelebileceğinin sinyalini veriyor.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder