1 Ağustos 2018 Çarşamba

Jacques Tati Sineması



1907 yılında Fransa’da dünyaya gelen Jacques Tati, sinemanın unutulmaz karakterlerinden birini yaratmış ve yönettiği filmlerle tarihe adını kazımış bir isim. Babası Rus, annesi Hollandalı olan Tati, taklit yeteneğini pandonim sanatçılığına, pandonim sanatçılığını da sinema alanına aktararak kariyerini çizmiştir. Oyunculuk ile başladığı sinema kariyerine kısa filmler yöneterek devam etmiş, son tahlilde ise tüm dünyada ses getirecek filmlerin mimarı olarak ustalar mertebesine yükselir. Uzun yönetmenlik hayatına bir tanesi tv yapımı olmak üzere altı film sığdırır sadece. Çünkü Tati, filmlerinde de dile getirdiği gibi hızlı yaşamaya, hemen üretip, tüketmeye karşı bir kişilik olmuştur hep. Bir filmi için yıllarca çalışır, her detayı düşünür, filminin mekânını baştan yaratır, objelerin tasarımı ile tek tek uğraşır, senaryolarını kendisi özenle kaleme alır yönetmenlik kariyeri boyunca.

Tabii senaryo demişken Tati’nin senaryolarına biraz yakından bakmak gerekir. Tati, olaya dayanan, giriş, gelişim ve sonuç bölümlerinden olaşan, bir sorunun çözümlenmesi gibi klasik sinema anlayışını hiçbir zaman benimsemez. Tati durum üzerinden derdini anlatmayı tercih eder tüm filmografisinde. Ne çözülmesi gereken bir düğüm ne de onu çözerek seyirciyi tatmine ulaştıran bir kahraman vardır Tati filmlerinde. Tati, kendisinin hayat verdiği Mösyö Hulot karakteri ile sadece olanı gösterir ve başkarakterini de hiçbir zaman bir kahraman gibi kusursuz bir şekilde çizmez. Aksine Mösyö Hulot, her zaman için hata yapabilen ama bu hatalarıyla var olabilen bir profil çizer. Bu kusurları, sakarlıkları ve komiklikleriyle Fransız halkının hatta tüm dünyanın gönlünü kazanmıştır.

Kısa pantolonu, uzun pardüsüsü, şapkası, şemsiyesi, piposu, hafif öne eğik duruşu, kibarlığı, zarafeti ve konuşmaktansa hareketleriyle anlaşmayı tercih eden bir karakterdir Tati’nin hayat verdiği Mösyö Hulot. Her ne kadar beyaz perdenin Charlie Chaplin’in Şarlo tiplemesi ya da Baston Keaton’un hayat verdiği karakterler gibi anılsa da Mösyö Hulot daha farklı bir kişiliktir. Mösyö Hulot, sesli sinemadaki bir karakter olmasına rağmen çok az konuşur. Konuştuğunda da anlayamayacağımız bir ses tonunda konuşur, olaylara pek müdahil olmaz sadece gözlemler. Dönüşüme ayak uydurmayı genelde reddetmiş, geleneksel olana dört elle sarılmış, modernizm adı altında yaşanan gelişime asla müdahil olmamıştır.

Modernizmin geldiği noktayı gözler önüne sermek için filmlerini uzun yıllar çalışarak ortaya koymayı tercih eden Tati, yarattığı muhteşem mekânlarla da bunu destekler. Bu her detayın titizlikle düşünüldüğü mekânları perdeye taşırken ise mizansen konusunda büyük bir başarı sergiler. Perdede her bir detayın tek tek kendine yer bulduğu kusursuz mizansenini ustalıkla kullanılan ses tasarımı ile de destekler. Özellikle mekanik seslerin varlığı, Tati filmlerinden oldukça önemlidir. Moderniteyi Tati gibi hicveden bir başkasının daha olmadığını söyledikten sonra son olarak Tati’nin ölmeden önce yazdığı senaryonun 2010 yılında Sylvain Chomet tarafından L’IIIusionniste adıyla perdede yer bulduğunu söylemek gerek. Mösyö Hulot’un hüzünlü hikâyesinin animasyon ile perdede hayat bulduğu filmin çok başarılı olduğunu da ekletelim.


1)Playtime (Oyun Zamanı) – 1967

Jacques Tati’nin başyapıtı olan Playtime, ne yazık ki yönetmeni her açıdan da zora sokmuş bir filmdir. Zira Tati’nin yıllarını, varını yoğunu ortaya koyduğu Playtime, ne ödüller tarafından ne de seyirci tarafından görülmemiş bir film. Tati’nin Mon oncle’de yaşadığı başarıdan sonra yıllarca ilmik ilmik dokuyarak oluşturduğu Playtime, özellikle inşa edilen dev stüdyo ile büyük bir namın sahibi olur. Tativille (Tati Şehri) diye adlandırılacak, Tati’nin her bir ayrıntıyı düşünerek yarattığı bu mekân, onun aynı zamanda en sivri dilli eleştirisine de ev sahipliği yapar. Tati, Mösyö Hulot tiplemesini bile bu filminde biraz geride bırakarak, artık gerçek anlamda tahammül edemediği modernleşme çabalarını, özünü kaybeden vatandaşlarını, ülkesini yerden yere vurur tabiri caizse. Peki, sadece bu kadar mı? Elbette hayır. Tati, ülkesini görmeye gelen turistler üzerinden, bu dejenarasyonda en büyük paya sahip olan Amerikalılara da oklarını fırlatmaktan geri kalmaz tabii.

Modernizmin bilinen en önemli mimarlarının mide bulandırıcı projelerinden esinlenerek oluşturulan Tativille’de hikâye genel olarak üç mekâna bölünmekte: bir havaalanı, ticaret merkezi ve fuarı, bir restoran… Tüm bu mekânların ortak yanı ise; uzun koridorları, düğmelere teslim olmuş işleyişleri, camlarla kuşanmış olmalarıdır daha çok. Sürekli bozulan parçaları, adeta konuşan, tepki veren eşyaları ile aslında mekânlar da içinde bulundukları duruma bir nevi isyan ederler. Özellikle filmin neredeyse yarısına ev sahipliği yapan restoran, son kertede neredeyse bir harabeye dönerek kendini imha eder aslında. Böylelikle gördükleri karşısında şaşkına düşen ve tüm bu gördüklerine anlam vermeye çalışan ama bir türlü başaramayan Mösyö Hulot’un, edilgen yapısından kalan boşluğu doldururlar da diyebiliriz mekânlar ve eşyalar için. Zira üzerine oturan müşterinin ceketine izini çıkaran sandalyeyinin, garsonları elektrik çarpan ışıklandırma sisteminin, görünmezliği ile insanların kendisine çarparak yaralanmalarına neden olan cam duvarların ve daha nicelerinin yatıklarını başka nasıl yorumlayabiliriz ki?

Geniş açı çekimleri, muhteşem ses tasarımı, çok katmanlı kompozisyonları, bir mizansen harikası olan sahneleri, titizlikle hazırlanmış mekânları ile seyirciyi büyüleyen Playtime’ın akılları baştan alan birçok sahneye de ev sahipliği yaptığını söylemeden olmaz: mekânların ve eşyaların adeta kölesi olmuş Fransızların özellikle cam duvarları sayesinde dışarıdan görebildiğimiz evleri ve yaşantıları akıl alır gibi değildir. Peki, küçücük bölmelerle birbirinden ayrılan işyeri temsili ile arabaların egemenliğine teslim olmuş yollar? Tati’nin mekân eleştirisini adeta ayyuka çıkardığı bu film, ne yazık ki Mösyö Hulot’un gölgede kalması sebebiyle yeterince hak ettiği değeri görememiştir. Lakin Tati, büyük paralar harcayarak çektiği filminin yıllarca borcunu ödese de sinemada bildiğini yapmaktan vazgeçmez asla.




2)Mon oncle (Dayım) – 1958

Oscar’da Yabancı Dilde En İyi Film Ödülü ve Cannes Film Festivali’nde Jüri Özel Ödülü’nün sahibi olan Mon oncle, büyükşehrin her iki yüzünü de göstermesi anlamında çok önemlidir. Zira Tati, Playtime ve Trafic’de modernleşmeye artık her anlamda teslim olmuş metropolleri ya da Avrupa’nın genelini gözler önüne sererken Mon oncle’da henüz değişime uğramamış semtleri de içinde barındıran bir  şehre konuk ediyor bizleri. Yıkılmaya yüz tutmuş, sıradan bir duvar ile birbirinden ayrılan eski ve yeni şehir arasında Mösyö Hulot sayesinde gidip, geliyoruz sürekli. Zira hala özünü yaşatan, samimi ilişkileri, mimarisi ve el değmemiş dokusuyla buram buram hayat kokan eski yerleşim yerinde yaşayan Mösyö Hulot, modernizmin pençesinde tam bir mekanikleşme yaşayan yeni yerleşime ise evli olan kız kardeşini ziyaret etmek ve yeğeniyle vakit geçirmek için gidiyor. Böylece film süresince iki yerdeki yaşantıya ayrıntısıyla tanık oluyoruz. Mösyö Hulot’un kız kardeşi, onun kocası ve çocuğuyla yaşadığı, mimarisiyle alışılagelenden farklı bir görüntü çizen Arpel malikânesi, filmin en önemli karakterlerinden biridir adeta. Havuzundan tut da mutfaktaki eşyaların işleyişine, salondaki koltukların şekline kadar Arpel malikânesi, günümüzde bile hayal edemeyeceğimiz bir işleyişe sahiptir. Elbette içindekiler de bu işleyişe teslim olmuş, adeta eşyaların ve mekânın kölelerine dönüşmüşlerdir. Tüm zamanlarını onları temizlemeye, çevrelerindeki insanlara gösterip, tanıtmaya ya da tamir etmeye harcıyorlar. Zira bu aşırı mekanik eşyalar, Tati’nin diğer filmlerinde olduğu gibi sürekli bozulup, duruyorlar.

Tati’nin modern mimariye, burjuva hayatına okkalı bir tokat indirdiklerinden biri olan Mon oncle için Mösyö Hulot’un da oldukça ön planda olduğu filmlerden biri denilebilir. Mösyö Hulot’u bu filmde her zamanki gibi mekânlar arasında gezinerek, hareketleriyle bu anlamsız modernleşmeye hayretini açık ederken, aynı zamanda iş hayatına da bir türlü adapte olamamasına şahit oluruz. Mösyö Hulot, Playtime’daki iş peşinde koşan halinden de Trafic’deki gerçekten saygın bir işi olandan da iz taşımaz. Burada daha çok yeğeniyle zaman geçirmeyi, onunla oyunlar oynamayı, şehri dolaşmayı yani bir nevi aylaklık ya da flanörlük yapmayı tercih eder. Kim bilir Mösyö Hulot, hastalıklı bir gelişime bu şekilde davranarak tepki verir bekli de.

Tati’nin kuşkusuz hepsinin işleyişini kendisinin düşündüğü, mekân veya eşya tasarımlarıyla yine kendine hayran bıraktığı Mon oncle’ın filmografisindeki diğer filmlerden açık ara en ayırıcı özelliği ses kurgusu ve müzik kullanımı olsa gerek. Tati, birbirine zıt iki mekân arasındaki geçişlerde müziğin rolünü konuşturur. İnsanın içine huzur veren müziği sadece eski mahalleye geçince duymamız, modernizmin teslimiyetine giren yerde ise sadece mekanik sesleri işitmemiz manidar değil mi?




3)Trafic (Trafik) – 1971

Tati’nin son filmi olan Trafic, bu kez alanını daha da büyüterek Avrupa’nın birkaç ülkesi arasında bir alana yayıyor hikâyesini. İlk filminde köyü tercih eden Tati, daha sonra kasaba, büyükşehir, metropol ve son olarak da Avrupa gibi daha büyük bir alana yöneltir eleştirilerini. Her filminde olduğu gibi bu filmde de en büyük suçlu Amerika ve onların her yaptığına özenen, özünü terk ederek, başka bir kültürün himayesine giren Fransızlar hatta Avrupalılardır. Mösyö Hulot, Trafic’de hepimizi şaşırtarak saygın bir çalışan olarak çıkar karşımıza. Bir otomotiv şirketinde, otomotiv tasarımı yapan Mösyö Hulot, elbette sakarlıklarından ve talihsizliklerinden sıyrılamamıştır hâlâ. Mösyö Hulot, doyumsuz, sürekli daha da işlevsel eşyalar, mekânlar isteyen insanlık için ultra işlevsel bir kamp aracı tasarlar. Böylece Tati, bu kez bizleri Mon oncle’daki gibi bir eve ya da Playtime’daki gibi iş merkezlerine değil de onlardan kalır yanı olmayan bir araca maruz bırakıyor.

Kamp aracını tasarlayan Mösyö Hulot, araba şirketinin halkla ilişkiler sorumlusu Maria ile birlikte Hollanda’da gerçekleşen bir araba fuarına gitmek için yola koyulurlar. Elbette Mösyö Hulot’un olduğu yolculuğun başı beladan kurtulmaz. Mösyö Hulot’un yol hikâyesi olarak da tanımlayabileceğimiz Trafic, aynı zamanda Mösyö Hulot ile Maria arasındaki zıtlıktan da beslenmeyi bilir. Mon oncle’daki zıt hayatlar, bu kez Maria üzerinden şekillenir. Maria, Mösyö Hulot’un aksine çabuk karar verebilen, işini hemen yapıp, bitirmeye odaklanmış, her yere anında yetişen, sürekli ortamına göre kıyafetlerini değiştirebilen, bukalemun gibi bir kadındır. Maria modern dünyanın tam da aradığı özellikleri bünyesinde barındıran Mösyö Hulot’un tam zıttı bir karakter çizer. Bu ikilinin ortaklığı ise elbette oldukça izlenilebilirliği arttıran etkenlerden biri olur. Zira bu çatışma, filmin asıl meselesini sürekli besler.

Her geçen gün araba alımının çılgınlık noktasına vardığı Fransa’da Tati’nin bu filmi yapması elbette tesadüf değildir. Bu araba tüketimi çılgınlığına karşı duruşunu belli etmek isteyen Tati, sadece bununla da kalmaz adeta belgeselci bir gözle trafikte kalan insanların bin bir türlü hallerini perdeye taşır. Sıkışan trafikte kalan insanların yaptıklarını izlediğimiz bu sahneler adeta gerçekten yakalanan anları izliyormuş hissi uyandırır. Tati aynı zamanda Playtime’da iş yerleri gibi yerlerde sıkışmış insan hallerini, yollarda, arabalar arasında resmeder. Kısacası Tati, Mösyö Hulot ile bizleri bu kez de taşıt alanındaki tüketim çılgınlığının zavallılığına ortak eder. Mösyö Hulot’un tekrar perdede daha çok göründüğünü de belirtelim. Zira Playtime’da biraz geri planda olması eleştirilince Tati, tekrar istenilen yönde şekillendirmiştir karakterini.




4) Les vacances de Monsieur Hulot (Bay Hulot’un Tatili) – 1953

Jaqcues Tati’nin hayat verdiği Mösyö Holut  karakterinin doğduğu film olmasıyla Les vacances de Monsieur Hulot ayrıca önemlidir. Henüz ikinci uzun metrajında ortaya koyduğu ve sonraki filmlerinde de asla vazgeçmeyeceği Mösyö Holut, ile birlikte bir tatil kasabasına gideriz. Tati, ilk filmindeki köy ortamını kasabaya taşır bu filminde. Her ne kadar bu film bir nebze daha modern yaşamın çetrefiline yaklaşsa da henüz büyük kentin bozulmuş yapısından, dönüşen mimarisinden etkiler görülmez. Peki, Tati bu filminde Mösyö Hulot aracılığıyla neyi eleştirir? Çünkü Mösyö Hulot karakterinin olduğu bir filmde sorun vardır ve onun sayesinde bu sorunlar biz seyircilere, bazen daha naif bazense oldukça sert bir şekilde gösterilir. Bu filmde ise yaşanılan mekâna dönüşümün izleri pek uğramasa da Amerikan kültüründen etkilenme başlamıştır. Bu nedenle Fransız tatilciler ve Amerikalı tatilcilerin yaşam tarzları eleştiri oklarının hedefi olmaktan kaçınamaz.

Genelde birbirinin aynısı olmaya çalışan, popüler kültür tarafından edinilen maskelerle yaşayan bu tatilciler içerisinde sadece üç karakter diğerlerinden farklıdır. Bunlardan biri Mösyö Hulot, diğeri karısıyla tatile gelen ama asla karısının yapmacıktan hareketlerine uyum sağlayamayan adam ve bir genç kadındır. Bu genç kadın ve adam Mösyö Hulot’u diğerleri gibi görmemezlikten gelmez aksine ona yaklaşır, onu izler, görür, kısacası onu bir birey olarak tanırlar. Bu üç karakterimiz dışındakiler ise Tati’nin gözünden yerden yere vurulur, yaşadıkları özenti hayat nedeniyle. Genellikle ekonomik durumu yüksek olan ve her şeyi parasıyla başarmaya alışmış grup içerisinde Mösyö Hulot, onları birçok konuda ters köşe yapmayı başarır. Örneğin farklı bir teknikle oynadığı tenis ile karşısına çıkan tüm o zengin ve elit kesimi sertçe egale eder. Bazen de tatilde bile işleri dolayısıyla çocuğuyla ilgilenmeyen babanın yerine geçerek, hala yapmacıklığa bulaşmamış bir çocuğa bir süreliğine de olsa babalık yaparak, kendisini beğenmeyen kesimi bir kez daha alt eder.

Mösyö Hulot, elbette tüm bahsedilenlerden çok daha fazlasını yaparak biz izleyicilerin, daha ilk filmden gönlüne yerleşmeyi başarırken, yaptığı birbirinden sakar hareketle güldürmekte de ustalığını sergiler. Üstelik Mösyö Hulot, tüm bu güldürü maharetini sergilerken çok fazla sözün gücünden medet de ummaz: Mösyö Hulot, her zaman çok az konuşan, konuştuğunda da anlaşılmayacak kadar sessiz konuşan bir karakterdir ne de olsa. Sonraki filmlerinde tam anlamıyla üzerine oturacak Mösyö Hulot’un üst sınıf tatilcileri hicvettiği bu muhteşem taşlama mutlaka görülmelidir.




5) Jour de fête (Bayram Günü) – 1949

1949 yapımı kısa metraj L'école des facteurs’dan referanslar taşıyan Jour de fête, Tati’nin filmografisinin ilk uzun metrajı. Henüz Mösyö Hulot karakterinin doğmadığı bu filmde elbette başrolde yine Tati’nin ta kendisi var. Mösyö Hulot karakterinin nüvelerini her ne kadar köyün postacısında görsek de daha çok hareketleri ve mimikleriyle Charlie Chaplin’in Şarlo tiplemesi ya da Baston Keaton’un hayat verdiği karakterler ile benzerlik taşır. Hızlı hareketleri –ki film ilerledikçe bu hızlılık gittikçe artacak- komiklikleri böyle bir tespitin dayanakları elbette. Chaplin ve Keaton ile özdeşleşen slapstick hareketleri, Tati’nin bisiklet kullanmasıyla da muhteşem bir bütünlük yakalar.

Karakterimizin postacılık yaptığı köyü, milli bir bayramın hazırlıkları sürerken tanımaya başlarız. Mutlu mesut yaşayan, kendi halinde olan köylüler de köyün hali de fazlasıyla sevimli ve huzur verici bir etkiye sahiptir. Bu şirin mi şirin köyün içerisinde bisikletiyle, hınzırlıklar yaparak postaları dağıtan karakterimiz, her birimizin yüzünde bazen tebessüm bazen de kahkahaya yol açacak hareketlerle şovunu icra eder. Lakin köydeki bayram kutlamaları amacıyla gelen Amerikalı film, tüm düzeni belki de geri dönülmez bir şekilde değiştirir. Postacının ufak sakarlıkları nedeniyle yaşanan aksilikler, her şeyi kaosa sürükleyecek aksaklıklara evrilir.

Tati kırsalda çektiği ilk ve tek filmi olan Jour de fête ile kentlerle sınırlı kalmayan, kırsala bile el uzatan Amerikan kültürüne olan ilk eleştirisini dile getirmekte gecikmez. Daha sonra yavaş yavaş şehre geçiş yapan Tati, kırılmayı önce daha küçük ölçekliden başlayarak göstermiş olur böylece. Tati’nin hem siyah-beyaz hem de renkli çektiği filmin, ne yazık ki onun istediği gibi renkli halinin gösterilemediğini ancak yıllar sonra siyah-beyaz halinin elle boyanarak renkli hale kavuştuğunu belirtmek isterim. Zira Tati’nin filmi renkli olarak izletmeyi çok istediği söylenir. Ayrıca kısa filmindeki sahnelerin bire bir aynısını kullanmasına rağmen bu sahneleri tekrar çekmesi de onun ne kadar titiz ve ayrıntıcı bir yönetmen olduğunun kanıtıdır hiç kuşkusuz.




Hiç yorum yok:

Yorum Gönder