İran sinemasını var eden sayılı isimden biri olan Jafar
Panahi, aynı zamanda taşın altına eline koyanlardan biri olduğu için de rejimin
en çok baskısına maruz kalan yönetmenlerden biri olmuştur. Cumhurbaşkanlığı
seçimlerinde muhalefeti desteklediği için rejim tarafından yargılanan ve hapis
cezasının yanında yirmi yıl film çekmeme aynı zamanda ülkeyi de terk etmeme
cezası alan Panahi, buna rağmen yasaklara boyun eğmeyen biri. Panahi, hapis
cezası ev cezasına çevrilir çevrilmez sınırlı alanında, kısıtlı imkânlarla film
çekmeye devam etmiş ve bu yedi yıla üç film sığdırmış bir savaşçıdır.
Filmlerini çok büyük imkânsızlıklarla çekmeye devam eden Panahi, bu filmleri
ülkesinde gösteremese de bir şekilde yurtdışı festivallere ulaştırabilmeyi
başarır her seferinde. Elbette inanılmaz zorluklarla ve büyük bir cesaret
örneği gösterilerek ortaya çıkarılan bu yapımlar, birçok eksikleri
barındırmasına rağmen ödüllere layık görülür festivaller tarafından.
Panahi, yasaklarla başa çıkabilmenin tek yolunun yasaklanan
şeyi yapmak olduğunu düşünen, suya sabuna dokunmadan yaşamayı kendine
yediremediği gibi ülkesini de terk etmeyi asla düşünmeyen biri. Zira istese çok
rahat bir şekilde yasaklı da olsa çoktan ülkeyi terk edip, istediği filmleri
özgür bir şekilde çekebilir. Fakat o kalıp, onun gibi muhalif olan kesim ile
birlikte mücadele etme yolunu seçer. Tüm bu sebeplerden dolayı filmleriyle
tanışmadan sevilen Panahi, filmleriyle ise zekâsıyla, yaratıcılığı ve üslubuyla
adeta kendine hayran bırakır bizleri.
Öncelikle Panahi’nin sinema evrenine geçmeden önce onun
filmografisini ikiye ayırmak isterim: Nispeten daha özgür ortamda çektiği biri
belgesel olmak üzere altı filmi ile yasaklı olduğu dönemde çektiği biri
belgesel olmak üzere üç filmi ayrı yerlerde durur birçok açıdan. Daha kişisel,
Panahi’nin kendi dünyasına içsel bir yolculuk tarzındaki, kapalı alanda çekilen
son filmleri ile İran’ın toplumsal meselelerine değindiği ve genelde Tahran
sokaklarında geçen filmleri apayrı bir dünya sunar biz seyircilere. Yasaklı
olduğu dönemde çektiği Taxi başta olmak üzere, Pardé ve In film nist filmlerine
derin bir saygı duyduğumu belirtmekle birlikte Panahi’nin en zayıf halkaları
olduğunu da inkâr edemem. Bu nedenle Panahi koltuğunda da yasaklanmadan önce
çektiği beş kurmaca filmine yer vermeyi tercih ettim. Lakin filmlere geçmeden
önce genel olarak Panahi sinemasını konuşalım isterim.
Abbas Kiorastami’nin asistanı olarak başladığı sinema
kariyerine, yine ustasıyla birlikte senaryosunu kaleme aldığı Badkonake sefid
ile yönetmen olarak devam eden Panahi, başarısını her defasında taçlandırmış
bir isim. Büyük bir ustanın öğrencisi olarak sinemaya adım atmanın şansını
kendi yaratıcı zekâsı ile harmanlayan Panahi, her filmiyle biz seyircileri
şaşırtan, sinemasına hayran bırakan hamleler gerçekleştirmiştir. Ülkesinin
toplumsal meselelerini filmlerinden asla ayrı düşürmemiş her daim didaktik
olmayan bir tarzla inceden inceye işlemeyi bilen Panah, kadınların rejim
tarafından yaşadığı baskılardan sınıf meselesine kadar birçok sorunu odağına
almayı bir görev bilir adeta.
Kurmaca filmlerinde bile belgesel bir estetik yakalayan Panahi
sineması, özellikle yakın planı tercih etmesi ve hareketli kamerası ile bunu
başarır. Filmlerinden müzik kullanmayı tercih etmemesi de elbette önemli
etkenlerden biridir. Kadraj içinde kadrajı en ustalıkla kullanan isimlerden
biri olan Panahi, kimi zamanda bir röntgenci edasıyla yaptığı çekimlerle de
farklı bir tarz yakalar.
Yeri geldiğinde tek bir karakterin peşinden bizi sürükleyen
Panahi kamerası bazen de birçok karakter ile bizleri haşır neşir eyler. Kadın
ve çocuk karakterleri özellikle tercih ederken bu karakterlerine eşlik eden bir
genç muhafızlar ordusunun her şeyden habersiz, masum askerlerini mutlaka
buluşturmak onun takıntılarından biri olmuştur artık. Bir diğer takıntısı ise
hırsızlık mevzusu diyebiliriz. Panahi, hırsızlık üzerine birçok filminde
seyirciyi ikiye bölecek tartışmaları fitilleyecek düşünceleri karakterleri
tarafından dillendirir. Her filminde diğer bir filmine selam göndermeyi de
neredeyse hiç ihmal etmeyen Panahi, dileriz nice filmiyle daha bizi
buluşturmayı her şeye rağmen başarır.
1)Ayneh (Ayna) – 1997
Panahi’nin kariyerinin ikinci filmi Ayneh, bir küçük kız
çocuğunun peşinden sürükler bizleri. Okuldan çıkan Mina, annesi onu almaya
gelmediği için koskoca Tahran sokaklarında kendi başının çaresine bakmak
zorunda kalır. Bir başına evinin yolunu bulmaya çalışan Mina, kendisine yarım
yamalak yardımcı olan büyüklerden de gereken desteği bulamadıkça keşmekeşin
ortasında sürüklenip durur. Bir an bile peşinden ayrılmadığımız Mina, kolu
alçılı ve tedirgin haliyle bizleri içine düştüğü duruma öylesine kaptırtır ki
hissettiği korkuyu, çaresizliği iliklerimizde hissederiz adeta. Lakin bir an
gelir ki her şey bambaşka bir boyuta taşınır. Filmin ortasında bizleri
karşılayan sahne, bir kez daha İran sinemasına ve Panahi evrenine hayran
kalmamıza sebep olur. Film, kurmaca olarak başladığı yolculuğunu başrol
oyuncusu Mina’nın müdahalesi ile belgesel olarak devam ettirir. Mina, gerçeğin
aynadaki yansımasını yani gerçek hayattaki yaşantının kamera vasıtasıyla
kurmacaya dönüştüğü anı kırarak tekrar gerçeğe dönüşe sebep olur.
Locarno Film Festivali’nden Altın Leopar, İstanbul Film
Festivali’nden de Altın Lale ödülünü kazanan, kurmaca ile gerçeğin iç içe
geçtiği bir nevi film içinde film diyebileceğimiz Ayneh, filmin ortasındaki bu
kırılma sahnesiyle akıllara durgunluk verecek bir iş başarmıştır hiç kuşkusuz.
Tüm benliğini ele geçirdiği seyirciyi aniden dışarıya itekleyen film, elbette
Mina’nın muhteşem performansına çok şey borçlu. Zira gelmiş geçmiş en başarılı
çocuk performansının sahibi olan Mina, kadına hiç değer verilmeyen bir ülkede,
elbette Panahi sayesinde perdede devleşip herkese posta koyar tüm kadınlar ve
çocuklar adına.
2)Dayereh (Daire) – 2000
Filmlerinde dairesel anlatım yapısını kullanmayı çok seven
Panahi, bu kez tam anlamıyla bir çember çizer hikâyesi ile. Karanlık bir
ekrandan akan jeneriğe eşlik eden doğum çığlıklarıyla başlayan film kör edecek denli
bembeyaz bir sahne, yeni doğan kız çocuğunun ağlamasıyla devam eder. Bu doğan
kız çocuğu, çocuğun kız olduğu haberini alıp, telaşa kapılan anneanne, hapisten
kaçan üç kadın mahkûm, geçmişte hapishanede yattığını kocasına söylemeye korkan
hemşire, kocasının üzerine evlenmesini sineye çekmek zorunda kalan gişe
görevlisi, çocuğuna bakamadığı için sokağa bırakan anne, hayatta kalabilmek
için fahişelik yapan kadın sıralamasıyla devam eder. Film, son kertede hapishane duvarlarında
Solmaz Gohami isminin yankılanması ile son bulur. Solmaz Gohami, filmin başında
haykırışlarını duyduğumuz ama asla kendisini göremediğimiz kız çocuk doğuran
annenin ismidir. Böylece film boyunca birçok değişik yaştan kadının yaşadığı
sorunlara bir nebze değinilir ve onlara rejim tarafından layık görülen yerde
son verilir. Dairesel döngü tamamlanır.
Panahi’nin özellikle finali itibariyle belki de en umutsuz
filmidir Dayereh. Doğdukları andan itibaren cinsiyetlerinden dolayı ikinci
sınıf vatandaş gözüyle görülen kadınların dünyasından ufak kesitler sunan film,
sadece bir gün içerisinde kamerasına takılan birkaç hayata yer verebilir.
Panahi, filmde asla ardından ayrılmayacakmışız hissiyatını yarattığı birçok
karakteri geri dönmemek üzere geride bırakır hep. Bir süreliğine peşine
kapıldığımız kadını başka bir kadını takip ederek bırakırız. Böylece birçok
kadın, birçok farklı sorun karşımıza çıkar. Fakat sorunlar ne kadar farklı olursa
olsun çıkış yeri hep aynı noktadır. Dairenin ortasında her şeyi yöneten rejim,
çevresindeki kadınları sonu başı belli olan bir döngünün içerisine
hapsetmiştir.
Berlin Film Festivali’nden Altın Ayı kazanan bu muhteşem
yapıt, rejim tarafından sürekli baskı altında olan bir erkek yönetmenin elinden
çıkabilecek en başarılı kadın filmidir hiç kuşkusuz. Kadınların sorunlarına her
filminde temas eden Panahi, bu filminde hem kariyerinin hem de ülkesinde
yapılmış olan kadın filmlerinin en iyilerinden birine imza atar. Sürekli
sokaklarda dolaşan, kimi zaman koşturan, saklanan karakterlerinin peşinden
sürüklenen hareketli kamera, zaten fazlasıyla gerçekçi olan hikâyeleri daha da
etkileyici kılar. Tüm bunların üzerine yine Panahi’nin geniş kadrajlara yer
vermeyip, yakın planlara odaklanması, kapana kısılmış kadın temsilini daha da
güçlendirir. Oyunculukların başarısı ve bu oyunculukların kusursuz yönetimine
ise denilecek laf bile yok.
3)Offside (Ofsayt) – 2006
Panahi’nin İran rejimi tarafından nefes alma alanı bile
bırakılmayan kadın dünyasına kamerasını çevirdiği bir diğer filmi Offside olur.
Her şeyi erkeklere mubah gören İran, maç izlemeyi de kadınlara zinhar yasak
ilan etmiştir. Lakin stadyuma gidip maç izlemeyi canı gönülden isteyen, bu
uğruda bin bir türlü zorluğu göğüsleyen kadınlar yok mudur? Elbette vardır.
Üstelik İran milli takımının Dünya Kupası’na kalmasını belirleyecek son maçı
mevzu bahisse bu konuda gözünü karartacak pek çok kadın çıkar karşımıza.
Aslında erkek kılığına girmekten yola düşmeye, stadyuma gidişten bilet alımına,
içeriye girmeden tut da çaktırmadan maçı izlemeye kadar birçok zorlu parkura ev
sahipliği yapan bu yolculuğa kadınların baş koyması sadece maç izlemek adına
değildir bana kalırsa. Mevzu bir maç izlemekten çok daha derin değil midir
sizce de? Her türlü arzuyu yasaklayan bir rejimin gölgesinde yaşayan kadınlar,
herhangi bir yasağı delerek bir mücadele örneğini sergiler böylece.
Panahi, bu meseleye ek olarak yine filmlerinde değinmekten
bıkmadığı genç muhafızlar ordusunun bireylerine de oldukça geniş yer verir. Panahi,
rejim tarafından mecburen genç yaşta orduya alınan, çoğu fazlasıyla saf, yoksul
bireylerin de dertlerine kapı aralar. Özellikle tüm filmlerinde başkarakterleriyle
en azından bir sahnede diyalog kurmalarını sağlayan yönetmenimiz Offside’de ise
neredeyse kadın karakterler kadar filmde etkin bir yer verir onlara. Tek amacı
üstlerinin emirlerini yerine getirip, bir an önce ceza almadan askerliği
tamamlamak ve ailesine kavuşmak olan bu gençlerle cesaretleriyle göz dolduran
genç kadınların kurdukları diyalogların her biri birbirinden etkileyicidir.
Kadınlar, askerler, futbol tutkunları (zenginiyle fakiriyle)
ve daha niceleri İran’ın Dünya Kupası’na kalmasıyla birlikte sevinirler son
tahlilde. Kadınları tutuklamak için karakola götüren arabanın, kutlama yapanlar
sebebiyle ilerleyememesi ve kadınların karmaşadan yararlanarak kalabalığa
karışmasıyla son bulan film, yine kadınların dünyasına kapı aralayan Dayareh’in
aksine fazlasıyla umutlu bir finale ev sahipliği yapar. Futbolun birleştirici
unsur olarak seçildiği bu filmin seyir zevkinin de özellikle futbola ilgili
olanlar için çok şey ifade edeceğini söylemek gerek. Zira oldukça zeki
kadınlarımızın yaptığı yorumlar, kadınlar futboldan anlamaz diyenlere tokat
gibi cevaplar sunmakta.
4) Badkonake sefid (Beyaz Balon) – 1995
İran sineması denilince akla gelen ilk şeylerden biri de kuşkusuz
çocuklar olur. İran filmlerinin büyük bir çoğunluğunun çocuk kahramanlarla
çocukların hayatına konuk olması elbette bir tesadüf olamaz. Yokluk, baskı,
savaş gibi koşulların en büyük mağduru çocuklar olursa, en çok hikâye de
onların hayatlarından çıkar elbet. İşte Panahi’nin,
Badkonake sefid filmi, çocukların dünyasında geçer. İran kültüründe özel bir
gün için satılan balıklardan en tombul ve en güzel olan beyaz balığı almak için
uzun mücadeleler veren Razieh, abisi Ali ve balon satan Afgan çocuk…
Annesinden
balığı almak için parayı uzun mücadeleler sonucu alan Razieh’in yolu engebeli
ve zorlu bir seyir izler. Parayı sürekli kaybedip de bir türlü hayalini kurduğu
balığa ulaşamayan Razieh ve ona bağlı olarak abisi ve daha birçok kişi seferber
olur. Lakin bu seferber olan insanlar arasında özellikle Afgan çocuğa
diğerlerinin davranışı ötekileştirmenin tam da net bir örneğidir. Ona ismini
bile sorma gereği duymayan Razieh ve abisi işleri bitene kadar ondan faydalanıp
sonra da arkalarına bile bakmadan çeker giderler. Razieh’in beyaz balığa ulaşma
çabasından daha çok Afgan çocuğa bakış açıları ve ona olan davranışlarına ayna
tutma amacı taşıdığını düşündüğüm bu filmin, çok önemli bir iş yaptığı aşikâr.
Son sahnesinde balonlar arasında da ötelenen beyaz balonu ile
yapayalnız kalan Afgan çocuğunun görüntüsü adeta yürek dağlayacak cinsten.
Abbas Kiarostami’nin senaryosunu yazdığı Panahi’nin bu ilk filmi çocuk dünyası
gibi bir saf evrende ötekileştirmeyi, yabancılaştırmayı anlatan güçlü bir
belge.
5) Talaye sorkh (Kanlı Altın) – 2003
Panahi, ilk kez bu filmiyle kadınların ve çocukların
evreninden sıyrılarak odağına bir erkek karakter yerleştirir. Fakat hikâye ne
kadar kişisel bir mevzu gibi görünse de aslında yine özünde İran’ın sorunları
vardır. İlk kez Talaye sorkh’da sınıf meselesi bu kadar etkili bir şekilde
dillendirilir. Her ne kadar Panahi politik film yapmadığını söylese de
anlattığı durumlar, toplumsal meselelere dayanır. Geceleri motorla pizza
dağıtıcılığı yapan Hüseyin için bu iş
biçilmiş kaftandır tam da. Zira kapalı mekân korkusu olan karakterimiz, motorun
üzerinde bir nebze olsun nefes alabilip, kendini özgür hisseder.
Özellikle zengin semtlere pizza götüren karakterimiz, her
gittiği adres ile farklı bir durum ile bizleri karşılaştırır. Ev partileri,
yurtdışına gitmiş aileler, kültür çatışması, yalnız insanlar, çocuk yaştaki
askerler ve daha niceleri… Tüm bu kişiler ve olaylar karşısında sessizliğini
koruyan karakterimiz, susarak çoğu gerçeği daha da yalın bir şekilde
gözlemlememizi sağlar. Filmin parmak bastığı bir değer mevzu ise Panahi’nin
yine filmlerinde bir şeklide hep değindiği hırsızlık olgusudur. Hırsızlık
hakkında daha sonraki Taxi filminde de tekrar yer vereceği etkileyici bir tirad
da çok bilinir. Hırsızlığı iki şekilde değerlendiren yönetmenimiz bu konuda bir
nevi derin bir felsefenin içine sokar seyirciyi.
İran’ı keskin bir şekilde ayıran sınıf meselesini, sürekli
iki dünya arasında taşınıp duran karakterimiz ile gözlerimize sokan Panahi,
aynı zamanda hem yaratılan karakterin derinliği hem de bu karaktere hayat veren
Hossain Emadeddin’in takdir edilesi oyunculuğuyla bizleri ihya eder. Bu Bir
Film Değil filminde Panahi, Hossain’in doğaçlama oyunculuğuna adeta şapka
çıkararak Talaye sorkh’a ve oyuncusuna selam gönderir zaten. Ve yine çizdiği
dairesel anlatımla filme en etkili imzasını da koyar. Döngü tıpkı Dayereh’teki
gibi tamamlanır. Üstelik tam da Dayereh’teki gibi umutsuz bir şekilde.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder