2 Ağustos 2018 Perşembe

Jafar Panahi Sineması



İran sinemasını var eden sayılı isimden biri olan Jafar Panahi, aynı zamanda taşın altına eline koyanlardan biri olduğu için de rejimin en çok baskısına maruz kalan yönetmenlerden biri olmuştur. Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde muhalefeti desteklediği için rejim tarafından yargılanan ve hapis cezasının yanında yirmi yıl film çekmeme aynı zamanda ülkeyi de terk etmeme cezası alan Panahi, buna rağmen yasaklara boyun eğmeyen biri. Panahi, hapis cezası ev cezasına çevrilir çevrilmez sınırlı alanında, kısıtlı imkânlarla film çekmeye devam etmiş ve bu yedi yıla üç film sığdırmış bir savaşçıdır. Filmlerini çok büyük imkânsızlıklarla çekmeye devam eden Panahi, bu filmleri ülkesinde gösteremese de bir şekilde yurtdışı festivallere ulaştırabilmeyi başarır her seferinde. Elbette inanılmaz zorluklarla ve büyük bir cesaret örneği gösterilerek ortaya çıkarılan bu yapımlar, birçok eksikleri barındırmasına rağmen ödüllere layık görülür festivaller tarafından.

Panahi, yasaklarla başa çıkabilmenin tek yolunun yasaklanan şeyi yapmak olduğunu düşünen, suya sabuna dokunmadan yaşamayı kendine yediremediği gibi ülkesini de terk etmeyi asla düşünmeyen biri. Zira istese çok rahat bir şekilde yasaklı da olsa çoktan ülkeyi terk edip, istediği filmleri özgür bir şekilde çekebilir. Fakat o kalıp, onun gibi muhalif olan kesim ile birlikte mücadele etme yolunu seçer. Tüm bu sebeplerden dolayı filmleriyle tanışmadan sevilen Panahi, filmleriyle ise zekâsıyla, yaratıcılığı ve üslubuyla adeta kendine hayran bırakır bizleri.

Öncelikle Panahi’nin sinema evrenine geçmeden önce onun filmografisini ikiye ayırmak isterim: Nispeten daha özgür ortamda çektiği biri belgesel olmak üzere altı filmi ile yasaklı olduğu dönemde çektiği biri belgesel olmak üzere üç filmi ayrı yerlerde durur birçok açıdan. Daha kişisel, Panahi’nin kendi dünyasına içsel bir yolculuk tarzındaki, kapalı alanda çekilen son filmleri ile İran’ın toplumsal meselelerine değindiği ve genelde Tahran sokaklarında geçen filmleri apayrı bir dünya sunar biz seyircilere. Yasaklı olduğu dönemde çektiği Taxi başta olmak üzere, Pardé ve In film nist filmlerine derin bir saygı duyduğumu belirtmekle birlikte Panahi’nin en zayıf halkaları olduğunu da inkâr edemem. Bu nedenle Panahi koltuğunda da yasaklanmadan önce çektiği beş kurmaca filmine yer vermeyi tercih ettim. Lakin filmlere geçmeden önce genel olarak Panahi sinemasını konuşalım isterim.

Abbas Kiorastami’nin asistanı olarak başladığı sinema kariyerine, yine ustasıyla birlikte senaryosunu kaleme aldığı Badkonake sefid ile yönetmen olarak devam eden Panahi, başarısını her defasında taçlandırmış bir isim. Büyük bir ustanın öğrencisi olarak sinemaya adım atmanın şansını kendi yaratıcı zekâsı ile harmanlayan Panahi, her filmiyle biz seyircileri şaşırtan, sinemasına hayran bırakan hamleler gerçekleştirmiştir. Ülkesinin toplumsal meselelerini filmlerinden asla ayrı düşürmemiş her daim didaktik olmayan bir tarzla inceden inceye işlemeyi bilen Panah, kadınların rejim tarafından yaşadığı baskılardan sınıf meselesine kadar birçok sorunu odağına almayı bir görev bilir adeta.

Kurmaca filmlerinde bile belgesel bir estetik yakalayan Panahi sineması, özellikle yakın planı tercih etmesi ve hareketli kamerası ile bunu başarır. Filmlerinden müzik kullanmayı tercih etmemesi de elbette önemli etkenlerden biridir. Kadraj içinde kadrajı en ustalıkla kullanan isimlerden biri olan Panahi, kimi zamanda bir röntgenci edasıyla yaptığı çekimlerle de farklı bir tarz yakalar. 

Yeri geldiğinde tek bir karakterin peşinden bizi sürükleyen Panahi kamerası bazen de birçok karakter ile bizleri haşır neşir eyler. Kadın ve çocuk karakterleri özellikle tercih ederken bu karakterlerine eşlik eden bir genç muhafızlar ordusunun her şeyden habersiz, masum askerlerini mutlaka buluşturmak onun takıntılarından biri olmuştur artık. Bir diğer takıntısı ise hırsızlık mevzusu diyebiliriz. Panahi, hırsızlık üzerine birçok filminde seyirciyi ikiye bölecek tartışmaları fitilleyecek düşünceleri karakterleri tarafından dillendirir. Her filminde diğer bir filmine selam göndermeyi de neredeyse hiç ihmal etmeyen Panahi, dileriz nice filmiyle daha bizi buluşturmayı her şeye rağmen başarır.


1)Ayneh (Ayna) – 1997

Panahi’nin kariyerinin ikinci filmi Ayneh, bir küçük kız çocuğunun peşinden sürükler bizleri. Okuldan çıkan Mina, annesi onu almaya gelmediği için koskoca Tahran sokaklarında kendi başının çaresine bakmak zorunda kalır. Bir başına evinin yolunu bulmaya çalışan Mina, kendisine yarım yamalak yardımcı olan büyüklerden de gereken desteği bulamadıkça keşmekeşin ortasında sürüklenip durur. Bir an bile peşinden ayrılmadığımız Mina, kolu alçılı ve tedirgin haliyle bizleri içine düştüğü duruma öylesine kaptırtır ki hissettiği korkuyu, çaresizliği iliklerimizde hissederiz adeta. Lakin bir an gelir ki her şey bambaşka bir boyuta taşınır. Filmin ortasında bizleri karşılayan sahne, bir kez daha İran sinemasına ve Panahi evrenine hayran kalmamıza sebep olur. Film, kurmaca olarak başladığı yolculuğunu başrol oyuncusu Mina’nın müdahalesi ile belgesel olarak devam ettirir. Mina, gerçeğin aynadaki yansımasını yani gerçek hayattaki yaşantının kamera vasıtasıyla kurmacaya dönüştüğü anı kırarak tekrar gerçeğe dönüşe sebep olur.

Locarno Film Festivali’nden Altın Leopar, İstanbul Film Festivali’nden de Altın Lale ödülünü kazanan, kurmaca ile gerçeğin iç içe geçtiği bir nevi film içinde film diyebileceğimiz Ayneh, filmin ortasındaki bu kırılma sahnesiyle akıllara durgunluk verecek bir iş başarmıştır hiç kuşkusuz. Tüm benliğini ele geçirdiği seyirciyi aniden dışarıya itekleyen film, elbette Mina’nın muhteşem performansına çok şey borçlu. Zira gelmiş geçmiş en başarılı çocuk performansının sahibi olan Mina, kadına hiç değer verilmeyen bir ülkede, elbette Panahi sayesinde perdede devleşip herkese posta koyar tüm kadınlar ve çocuklar adına.




2)Dayereh (Daire) – 2000

Filmlerinde dairesel anlatım yapısını kullanmayı çok seven Panahi, bu kez tam anlamıyla bir çember çizer hikâyesi ile. Karanlık bir ekrandan akan jeneriğe eşlik eden doğum çığlıklarıyla başlayan film kör edecek denli bembeyaz bir sahne, yeni doğan kız çocuğunun ağlamasıyla devam eder. Bu doğan kız çocuğu, çocuğun kız olduğu haberini alıp, telaşa kapılan anneanne, hapisten kaçan üç kadın mahkûm, geçmişte hapishanede yattığını kocasına söylemeye korkan hemşire, kocasının üzerine evlenmesini sineye çekmek zorunda kalan gişe görevlisi, çocuğuna bakamadığı için sokağa bırakan anne, hayatta kalabilmek için fahişelik yapan kadın sıralamasıyla devam eder.  Film, son kertede hapishane duvarlarında Solmaz Gohami isminin yankılanması ile son bulur. Solmaz Gohami, filmin başında haykırışlarını duyduğumuz ama asla kendisini göremediğimiz kız çocuk doğuran annenin ismidir. Böylece film boyunca birçok değişik yaştan kadının yaşadığı sorunlara bir nebze değinilir ve onlara rejim tarafından layık görülen yerde son verilir. Dairesel döngü tamamlanır.

Panahi’nin özellikle finali itibariyle belki de en umutsuz filmidir Dayereh. Doğdukları andan itibaren cinsiyetlerinden dolayı ikinci sınıf vatandaş gözüyle görülen kadınların dünyasından ufak kesitler sunan film, sadece bir gün içerisinde kamerasına takılan birkaç hayata yer verebilir. Panahi, filmde asla ardından ayrılmayacakmışız hissiyatını yarattığı birçok karakteri geri dönmemek üzere geride bırakır hep. Bir süreliğine peşine kapıldığımız kadını başka bir kadını takip ederek bırakırız. Böylece birçok kadın, birçok farklı sorun karşımıza çıkar. Fakat sorunlar ne kadar farklı olursa olsun çıkış yeri hep aynı noktadır. Dairenin ortasında her şeyi yöneten rejim, çevresindeki kadınları sonu başı belli olan bir döngünün içerisine hapsetmiştir.

Berlin Film Festivali’nden Altın Ayı kazanan bu muhteşem yapıt, rejim tarafından sürekli baskı altında olan bir erkek yönetmenin elinden çıkabilecek en başarılı kadın filmidir hiç kuşkusuz. Kadınların sorunlarına her filminde temas eden Panahi, bu filminde hem kariyerinin hem de ülkesinde yapılmış olan kadın filmlerinin en iyilerinden birine imza atar. Sürekli sokaklarda dolaşan, kimi zaman koşturan, saklanan karakterlerinin peşinden sürüklenen hareketli kamera, zaten fazlasıyla gerçekçi olan hikâyeleri daha da etkileyici kılar. Tüm bunların üzerine yine Panahi’nin geniş kadrajlara yer vermeyip, yakın planlara odaklanması, kapana kısılmış kadın temsilini daha da güçlendirir. Oyunculukların başarısı ve bu oyunculukların kusursuz yönetimine ise denilecek laf bile yok.




3)Offside (Ofsayt) – 2006

Panahi’nin İran rejimi tarafından nefes alma alanı bile bırakılmayan kadın dünyasına kamerasını çevirdiği bir diğer filmi Offside olur. Her şeyi erkeklere mubah gören İran, maç izlemeyi de kadınlara zinhar yasak ilan etmiştir. Lakin stadyuma gidip maç izlemeyi canı gönülden isteyen, bu uğruda bin bir türlü zorluğu göğüsleyen kadınlar yok mudur? Elbette vardır. Üstelik İran milli takımının Dünya Kupası’na kalmasını belirleyecek son maçı mevzu bahisse bu konuda gözünü karartacak pek çok kadın çıkar karşımıza. Aslında erkek kılığına girmekten yola düşmeye, stadyuma gidişten bilet alımına, içeriye girmeden tut da çaktırmadan maçı izlemeye kadar birçok zorlu parkura ev sahipliği yapan bu yolculuğa kadınların baş koyması sadece maç izlemek adına değildir bana kalırsa. Mevzu bir maç izlemekten çok daha derin değil midir sizce de? Her türlü arzuyu yasaklayan bir rejimin gölgesinde yaşayan kadınlar, herhangi bir yasağı delerek bir mücadele örneğini sergiler böylece.

Panahi, bu meseleye ek olarak yine filmlerinde değinmekten bıkmadığı genç muhafızlar ordusunun bireylerine de oldukça geniş yer verir. Panahi, rejim tarafından mecburen genç yaşta orduya alınan, çoğu fazlasıyla saf, yoksul bireylerin de dertlerine kapı aralar. Özellikle tüm filmlerinde başkarakterleriyle en azından bir sahnede diyalog kurmalarını sağlayan yönetmenimiz Offside’de ise neredeyse kadın karakterler kadar filmde etkin bir yer verir onlara. Tek amacı üstlerinin emirlerini yerine getirip, bir an önce ceza almadan askerliği tamamlamak ve ailesine kavuşmak olan bu gençlerle cesaretleriyle göz dolduran genç kadınların kurdukları diyalogların her biri birbirinden etkileyicidir.

Kadınlar, askerler, futbol tutkunları (zenginiyle fakiriyle) ve daha niceleri İran’ın Dünya Kupası’na kalmasıyla birlikte sevinirler son tahlilde. Kadınları tutuklamak için karakola götüren arabanın, kutlama yapanlar sebebiyle ilerleyememesi ve kadınların karmaşadan yararlanarak kalabalığa karışmasıyla son bulan film, yine kadınların dünyasına kapı aralayan Dayareh’in aksine fazlasıyla umutlu bir finale ev sahipliği yapar. Futbolun birleştirici unsur olarak seçildiği bu filmin seyir zevkinin de özellikle futbola ilgili olanlar için çok şey ifade edeceğini söylemek gerek. Zira oldukça zeki kadınlarımızın yaptığı yorumlar, kadınlar futboldan anlamaz diyenlere tokat gibi cevaplar sunmakta.




4) Badkonake sefid (Beyaz Balon) – 1995

İran sineması denilince akla gelen ilk şeylerden biri de kuşkusuz çocuklar olur. İran filmlerinin büyük bir çoğunluğunun çocuk kahramanlarla çocukların hayatına konuk olması elbette bir tesadüf olamaz. Yokluk, baskı, savaş gibi koşulların en büyük mağduru çocuklar olursa, en çok hikâye de onların hayatlarından çıkar elbet.  İşte Panahi’nin, Badkonake sefid filmi, çocukların dünyasında geçer. İran kültüründe özel bir gün için satılan balıklardan en tombul ve en güzel olan beyaz balığı almak için uzun mücadeleler veren Razieh, abisi Ali ve balon satan Afgan çocuk… 

Annesinden balığı almak için parayı uzun mücadeleler sonucu alan Razieh’in yolu engebeli ve zorlu bir seyir izler. Parayı sürekli kaybedip de bir türlü hayalini kurduğu balığa ulaşamayan Razieh ve ona bağlı olarak abisi ve daha birçok kişi seferber olur. Lakin bu seferber olan insanlar arasında özellikle Afgan çocuğa diğerlerinin davranışı ötekileştirmenin tam da net bir örneğidir. Ona ismini bile sorma gereği duymayan Razieh ve abisi işleri bitene kadar ondan faydalanıp sonra da arkalarına bile bakmadan çeker giderler. Razieh’in beyaz balığa ulaşma çabasından daha çok Afgan çocuğa bakış açıları ve ona olan davranışlarına ayna tutma amacı taşıdığını düşündüğüm bu filmin, çok önemli bir iş yaptığı aşikâr.

Son sahnesinde balonlar arasında da ötelenen beyaz balonu ile yapayalnız kalan Afgan çocuğunun görüntüsü adeta yürek dağlayacak cinsten. Abbas Kiarostami’nin senaryosunu yazdığı Panahi’nin bu ilk filmi çocuk dünyası gibi bir saf evrende ötekileştirmeyi, yabancılaştırmayı anlatan güçlü bir belge.




5) Talaye sorkh (Kanlı Altın) – 2003

Panahi, ilk kez bu filmiyle kadınların ve çocukların evreninden sıyrılarak odağına bir erkek karakter yerleştirir. Fakat hikâye ne kadar kişisel bir mevzu gibi görünse de aslında yine özünde İran’ın sorunları vardır. İlk kez Talaye sorkh’da sınıf meselesi bu kadar etkili bir şekilde dillendirilir. Her ne kadar Panahi politik film yapmadığını söylese de anlattığı durumlar, toplumsal meselelere dayanır. Geceleri motorla pizza dağıtıcılığı yapan Hüseyin  için bu iş biçilmiş kaftandır tam da. Zira kapalı mekân korkusu olan karakterimiz, motorun üzerinde bir nebze olsun nefes alabilip, kendini özgür hisseder.

Özellikle zengin semtlere pizza götüren karakterimiz, her gittiği adres ile farklı bir durum ile bizleri karşılaştırır. Ev partileri, yurtdışına gitmiş aileler, kültür çatışması, yalnız insanlar, çocuk yaştaki askerler ve daha niceleri… Tüm bu kişiler ve olaylar karşısında sessizliğini koruyan karakterimiz, susarak çoğu gerçeği daha da yalın bir şekilde gözlemlememizi sağlar. Filmin parmak bastığı bir değer mevzu ise Panahi’nin yine filmlerinde bir şeklide hep değindiği hırsızlık olgusudur. Hırsızlık hakkında daha sonraki Taxi filminde de tekrar yer vereceği etkileyici bir tirad da çok bilinir. Hırsızlığı iki şekilde değerlendiren yönetmenimiz bu konuda bir nevi derin bir felsefenin içine sokar seyirciyi.

İran’ı keskin bir şekilde ayıran sınıf meselesini, sürekli iki dünya arasında taşınıp duran karakterimiz ile gözlerimize sokan Panahi, aynı zamanda hem yaratılan karakterin derinliği hem de bu karaktere hayat veren Hossain Emadeddin’in takdir edilesi oyunculuğuyla bizleri ihya eder. Bu Bir Film Değil filminde Panahi, Hossain’in doğaçlama oyunculuğuna adeta şapka çıkararak Talaye sorkh’a ve oyuncusuna selam gönderir zaten. Ve yine çizdiği dairesel anlatımla filme en etkili imzasını da koyar. Döngü tıpkı Dayereh’teki gibi tamamlanır. Üstelik tam da Dayereh’teki gibi umutsuz bir şekilde.




Hiç yorum yok:

Yorum Gönder