Portekiz sineması denilince ilk akla gelen birkaç isimden
biri olan Pedro Costa, sinema kariyerinde birçok meslektaşından farklı bir yol
izleyen, bu nedenle de tanınmayı daha çok hak eden bir yönetmendir. 1984
yılında kısa metrajı ile kariyerine adım atan Costa, belgesel ile kurmacanın
birbirini kucakladığı yapımlara imza atmasıyla kalıplara sığmayan biri olmuştur
her daim. Ülkesine yetmişli yıllarda Portekiz’in sömürgesi olan Yeşil Burun
Adaları’ndan göç edenlerin oturduğu Fontainhas mahallesine yolunun düşmesiyle,
Costa sineması pek de alışık olunmayan bir yol izler.
Costa, bu mahallede kendine yeni bir çevre, yeni dostlar ve
akıl hocaları ediniyor. Öyle ki mahallede tanıdığı birkaç kişi adeta onun
hayatının ve sinemasının vazgeçilmezi oluyor. Ventura ile Vanda, Costa’nın
sineması konuşulduğunda ilk anılması gereken isimlerdir hiç kuşkusuz. Birçok
filmde karşımıza çıkan Vanda, tıpkı Costa’nın filmlerinin oluşum sürecinde
katkısı olan ve başrolleri sırtlayan Ventura kadar vazgeçilmez bir isimdir.
Neredeyse yirmi yıla dayanan bu birliktelik sürecinde, Costa filmografisini
sıkı takip edenler, Vanda ile Ventura’nın değişimine-dönüşümüne de şahit olurlar.
Costa, Fontainhas ile ilişkisini elbette sadece Vanda ve Ventura
ile sınırlı tutmamış, mahallenin sakinlerinin hepsi ile birlikte yıllarını
geçirmiştir. Costa, bazen tamamen Fontainhas’ta geçen bazen ise bir yerinden o
mahalleye ya da mahalle sakinlerine dokunan filmlere imza attığı için hep öyle
ya da böyle onlarla olmuştur. Üstelik hadi gündüz gidip, çekimimi yapayım,
akşam da mahalleden ayrılayım şeklinde bir beraberlik değildir bu. Costa, her
anını, onlar istediği kadar onlarla geçirmiştir. Costa, aynı şekilde
filmlerinin gidişatını, ne kadar o gün çekim yapılacağını, ya da
yapılmayacağının kararını da hep onlara bırakmıştır. Bir nevi arabayı getirip,
mahalleye bırakmış ama genelde direksiyonun başına hep onları geçirmiştir.
Costa, ilk Fontainhas’ta film çekeceği zaman büyük bir ekip ile
mahalleye giriş yapmış, lakin bu davranışının karşılığını almakta
gecikmemiştir. Böylesine bir ekibin, yapmacıklığı ve gereksizliği üzerine
aldığı eleştirileri dikkate alan Costa, zamanla üç kişiye kadar inecek bir ekip
yaratmıştır böylece kendine. Costa, çok düşük bütçelerle, dijital bir kamera ve
kendisine diğer tüm işlerde yardımcı olacak bir diğer kişiyle filmlerini
çekmeye başlamıştır. Yapay ışık kullanmayı da bırakarak, ışıkçı ihtiyacından da
kurtulan yönetmenimiz, senaryosu, kurgusu ve akla gelebilecek tüm işleriyle
ilgilenerek, filmlerinin tüm yükünü sırtlayan, auteur unvanını en çok hak eden
kişidir.
Yıkık-dökük mekânların arasında, daracık sokaklarda gezinen
hapsolmuş kamerasıyla başka bir dünyaya, belki de çoğumuzun giremeyeceği,
girmeye korkacağı bir dünyaya sokmakta bizleri Costa. Kentlerin sineması
denilince ilk akla gelmesi muhtemel olan Costa, kentsel dönüşüm adına bugüne
kadar yapılmış tüm filmlerden önce anılması gereken yapımların mimarıdır.
Hiçbir filmde mekânlar bu kadar dile gelmemiş, hiçbir filmde kentsel dönüşümün
sesi kulaklarımıza bu kadar nüfus etmemiştir. Adeta filmlerinin çoğuna fon
müziği eylediği yıkım ve inşaat sesleri, hiç bu kadar etkileyici, bu kadar
vurucu olmamıştır bana kalırsa. Sabit kamerası ve uzun plan sekansları, yıllara
yayılan çekim süreçleri, seyircinin karakterleri ile özdeşlik kurmasına izin
vermemesi, akıp giden bir hikâye ile algıları ele geçirmeye de çalışmaması ile
anılacak, bir sinemanın yaratıcısı Costa. Seyircinin sorgulamasını, perdede
gördükleri karşısında rahatsız olmasını isteyen ve bunu da fazlasıyla başaran,
benzeri, taklidi bir tane daha olmayan Pedro Costa’yı anlatmaya biraz da
filmleriyle devam edecek olursak;
*Yönetmenin Fontaintas’dan bağımsız çektiği belgeselleri de
vardır. Lakin bu yazı da birbiriyle bütünlük oluşturacak filmlere yer verdiğim
için onları bu yazının dışında bırakmayı tercih ettim.
1) Cavalo Dinheiro (At Parası) - 2014
Pedro Costa’nın şimdilik son filmi olan Cavalo Dinheiro,
tanıştığı günden itibaren sıkı dostu olan Ventura’nın başrole oturduğu,
muhteşem bir yapım. Costa ilk dönem filmlerinden sonra tabiri caizse kariyerini
adadığı Yeşil Burun Adaları (Cabo Verde) göçmenlerinin hayatına, bir kez daha
dalıyor. Üstelik bu kez Yeşil Burun Adaları göçmenlerinin, Lizbon’a ilk geldiği
yıllara uzanıyor. Fakat çoğunlukla tercih ettiği gibi daha çok tek bir
karaktere odaklanmayı tercih ediyor. Costa ile birlikte her daim anılan,
Costa’nın bir nevi kadim yol arkadaşı olan Ventura, tüm etkileyiciliği, gizemi
ve kederiyle karşımızda arz-ı endam etmekte bir kez daha.
Yeşil Burun Adaları göçmenleri ülkelerindeki zor şartlardan
kaçarak, hayata tutunmak için Lizbon’a gelmişlerdir. Fakat bu talihsiz insanlar,
ülkelerinden kalır yanı olmayan bir kaosun içerisinde bulurlar kendilerini.
Zira Lizbon’da Karanfil Devrimi yaşanıyordur tam da. Bu devrimin kimler
tarafından ne amaçla vs yapıldığını bilmeyen göçmenler, can korkusuyla
saklanır, her an ölümün nefesini üstlerinde hissederler. İşte bu korkuyu
yaşayanlardan biri de Ventura’dır. Ventura, 1974 yılında gerçekten kendi
hayatında yaşadığı bu unutulmaz deneyimi, hatırında kalan şekliyle Costa’ya
anlatmış, sonra da hafızasına mıh gibi kazınan, unutamadığı kesitleri kamera
karşısında canlandırmış ya da oynamıştır diyebiliriz. Zira Ventura,
hatırladıklarını, daha doğrusu unuttuklarını (hatırlamak aslında bir nevi
unutmaktır) Costa’ya ve bizlere sakin sakin, tüm samimiyetiyle tekrar beyaz perde
ile buluşturur aslında.
Costa, bu filminde ne ilk dönemindeki lineer bir hikâyesi
olan filmlerine ne de daha sonra hayat verdiği sıradan hayatların, durağan
akışına odaklanan filmlerine benzer bir iş ile çıkar karşımıza. Cavalo Dinheiro,
onun belki de en kafa karıştırıcı, zaman-mekân bütünlüğünün en yapıbozuma uğradığı
filmi diyebiliriz çok rahat. Zira
hikâyenin başı-sonu, mekânların bütünlüğü, devamlılığı tamamen belirsizdir.
Hafızanın dehlizlerini andıran hastane mi hapishane mi olduğu belli olmayan mekânlar
arasında dolaşan Ventura, yaşadığı tarifi mümkünsüz deneyimini paylaşırken, bir
yandan da donmuş bir asker üzerinden devrim yıllarına gidiyor, o günlerin
hissiyatına ortak oluyoruz. Ve elbette Costa, yıkık dökük mekânları, terk
edilmiş fabrika ve Os Turabões’ten Alto cutelo parçasını dinlerken perde ile
buluşan yerler sayesinde yine sinemasından eksik etmiyor. Zaman-mekân karmaşası
ve hatırlama üzerine çizdiği bu şahaseri ile Costa’yı bir nebze Alain
Resnais’in sinemasına benzettiğimi de söylemeden edemeyeceğim.
2) Juventude Em Marcha (Gençler Yürüyor) – 2006
Costa’nın Fontainhas üçlemesinin son filmi olan Juventude Em
Marcha, kentsel dönüşüm kapsamında boşaltılan Fontainhas’ın yok oluşuna yakılan
bir ağıt aslında. Ossos ve No Quarto Da Vanda sayesinde konuk olduğumuz
Yeşil Burun Adalıları göçmenlerinin mahallesi olan Fontainhas’in sahiplerinden
koparılışı neredeyse bitmek üzeredir. Hatta mahallenin sakinlerinden birçoğu, onlara
inşa edilen toplu konuta taşınmışlardır. Bunlardan bazıları da Vanda ve
Ventura’dır. Fakat Ventura’nın karısı onunla gelmeyi reddetmiştir. Ne de olsa
kendi elleriyle yarattıkları, bir nevi kendilerini korkularından, tehlikelerden
koruyan, yabancısı oldukları bir ülkeye, kültüre karşı özlerini korumaya
çalıştıkları bir fanustu Fontainhas. Bu nedenle her ne kadar Ventura, toplu
konuta geçmiş olsa da her gün daha da boşalan mahalleye gitmektedir. Ventura
günlerini ya Fontainhas’taki çocuklarının evlerinde ya da toplu konutlara
taşınan Vanda’nın evinde geçirmektedir. Ventura adeta bu hayatta arafı
yaşamaktadır desek yeridir. Zira Ventura ne Fontainhas’ta ne de toplu konutta
yaşayabilmekte, iki taraf arasında salınıp, durmaktadır. Bu süreç, kaçınılmaz
bir şekilde Ventura’yı daha da tüketmektedir.
Filmlerinde ilk dönemkiler hariç neredeyse hiç ışık kullanmayan
Costa, genelde bizleri tercih ettiği mekânlardan da dolayı karanlık, kasvetli
bir atmosfere maruz bırakır. Lakin bu filmde bembeyaz duvarları ve steril
daireleriyle toplu konutların varlığı filme yer yer aydınlık bir atmosfer
yaratır. Lakin asıl mevzu da burada patlak verir; birbirinin aynı, simetrik,
temiz, aynı renk olan bu bembeyaz, tertemiz binalar, Fontainhas’taki yaşamı
bırak aşmayı yerini bile alamaz. Çünkü bu ruhsuz binalar, asla dişleriyle,
tırnaklarıyla hayata tutunan göçmenlerin dostluklarını, kültürlerini,
sevgilerini veya kötü alışkanlıklarını her bir adımına aşıladıkları bir mahalle
ile asla boy ölçüşemez.
Costa, No Quarto Da Vanda’dan aldığı feyz ile uzun bir süre
yerinden kıpırdamayan, mükemmel bir dinleyici olan kamerasıyla yine bizlere
upuzun sahneler sunuyor. Birbirini takip eden yıkık-dökük, kasvetli Fontainhas
ile yeni, aydınlık toplu konutlar arasında gidip- gelen, böylece zıtlıklar
arasında seyirciyi bırakarak, sorgulamaya, düşünmeye açık kapı bırakan filmin,
hayaller ve gerçekler arasındaki uçuruma ışık tuttuğunu söylemek gerek.
Ventura’nın sevgilisine “yüz bin sigara, bir sürü elbise, bir araba, küçük bir
kâğıt ev, üç kuruşluk bir buket” alma hayali eşliğinde koltuğunda özgürleşen
seyircinin omuzlarına ağır bir yük bindiriyor Costa.
3) No Quarto Da Vanda (Vanda’nın Odasında) -2000
Costa'nın belgesel
ile kurmaca arasında salınan filmi, Fontainhas bölgesine en çok da bu bölgede
yaşayan Vanda'nın odasına kuruyor kamerasını. Öyle kuruyor falan deyince büyük
bir ekip değil elbette. Costa, özellikle bölge halkının da rahatsızlıklarını
dile getirmesi sonucu en fazla üç kişilik bir ekiple, sessiz sedasız çekiyor
filmini. Böylece gerçekten kendini oynayan gerçek karakterler ile film ekibi ve
dolaylı olarak biz seyirciler arasında samimiyet kuruluyor. Büyük bir set ekibi
kuşkusuz yabancılaşmaya neden olacaktı.
Costa, daha önce de birlikte çalıştığı uyuşturucu bağımlısı
Vanda'nın günlük rutinine, onun uyuşturucu kullanıp, yatağında kardeşiyle
yaptığı uzun sohbetlere, sebze satarak para kazanmaya çalışmasına çeviriyor
kamerasını daha çok. Lakin kentsel dönüşüm kapsamında olan bölgede yaşayan alt
sınıftan insanların yaşayışını da görmezden gelemiyor. Belki birkaç ay, belki
de birkaç gün sonra yıkılacak olan, boşaltılmış evlerde yaşayan insanlarla,
onların çöpten bulduğu eşyalarla kısa süreli birlikteliğine kamerasını çeviren
Costa, tek kelimeyle muhteşem bir işe imza atıyor. Günübirlik umutlar üzerine
kurulu hayatların, mülkiyet ile olan bambaşka ilişkisi, Costa’nın kamerasından
perdeye yansıdığı gibi yansımadı daha önce hiç kuşkusuz. Elbette bunun tek
sebebi, Costa’nın neredeyse birkaç odada geçen bir film için iki yıl boyunca
kamerasının başında aralıksız çalışması ve Fontainhas halkıyla birlikte yaşamasıdır.
Bitmek bilmez bir canavar gibi ilerleyen inşaat seslerinin
ve bu yıkım ile inşaat arasında sıkışıp kalmış -mahallenin incecik sokakları da
bu durumu pekiştirir- insanların inadına hayata tutunduklarını ispatlayan
gürültüleri filmin fon müziğini oluşturuyor adeta. Costa'nın hareketsiz, mıh
gibi çakılı kamerası, tamamen doğal ışık kullanımı, müdahaleci olmayan tamamen
dinleyici yönetmenliği kusursuz bir iş çıkarıyor ortaya.
4)Ossos (Kemikler) – 1997
Fontainhas üçlemesinin ilk filmi olan Ossos, Costa’nın ilk
dönem filmlerindeki gibi hikâye temelli ama aynı zamanda da sonraki işleri gibi
birbirine benzeyen, iç içe giren mekânları, kasvetli havası, neredeyse
gökyüzünü bile görmemize engel olan içe dönük yapısıyla dikkat çekmektedir.
Costa’nın iki dönemi arasında bir nevi köprü görevi gören Ossos, Yeşil Burun
Adaları göçmenlerini ilk tanıdığımız ve belki de onların ilk kez
mahallelerinden çıkarak diğerlerinin mekânlarına gittikleri bir yapım aynı
zamanda da. Clotilde(Vanda) , Tilda ve Baba özelinde Lizbon’un orta sınıfa
mensup insanlarının evlerine girmekte hatta onlarla tanışmaktayız bu filmle.
Costa, daha sonraki filmlerinde bu tercihinden tamamen vazgeçecek olsa da Ossos’da
izlediği bu yolun filme güçlü bir damar kazandırdığı inkâr edilemez.
Clotilde, Tilda, Baba ve bebek arasında geçen hikâye
özelinde şekillenen film, istemeden doğan ve yoksulluk sebebiyle anne ve babası
tarafından baştan atılmaya çalışılan bir bebeği merkezine almakta. Bebekten
kurtulma çabasıyla ilerleyen ve her defasında başarısızlıkla sonuçlanan
Ossos’da, Chotilde, Tilda ve Baba arasında yaşanılan sıra dışı ilişki de
hikâyenin çatışmasını besleyen etkenlerden biridir. Geleceği, umudu, yarınları
temsil eden bebekten kurtulma üzerine kurulu olan bu film, gelecekleri
konusunda tamamen ümitsizliğe kapılmış, yoksul gençliğin çarpıcı bir portresi.
Fontainhas halkının, katıksız, gerçek oyunculuklarıyla hayat
bulan, birçok sahnesiyle boğazları düğümleten Ossos, Costa’nın seyirciyi
hikâyeye kaptırarak, karakterleriyle özdeşlik kurdurduğu birkaç filminden
biridir aynı zamanda.
5)O Sangue (Kan) – 1989
Costa’nın ilk filmi olan O Sangue, hayata tutunmaya, kendi
kendilerine var olmaya çalışan Vicente ile Nino adlı kardeşlere ve onlara bu
yolculuğunda eşlik eden Clara’ya odaklanmaktadır. Vicente ile Nino’nun anneleri
yoktur ve babaları da hasta olduğu için evi sürekli terk etmektedir. Bu yarım
yamalak aile hayatı içerisinde var olmaya çalışan Vicente ile Nino’ya,
muhtemelen yine bir ailesi olmayan Clara da dâhil olur. Bu üçlü beraberlik,
aslında gerçekte var olmayan ya da olamayan aile hayatını yaratmış olur.
Vincente, Clara ve Nino arasındaki güçlü sevgi bağı, toplum tarafından
tanınmayacak olsa da mükemmel bir aile temsilini yaratır.
Kimi zaman kapıya
dayanan alacaklılarla, kimi zaman büyük bir suçun sırrını paylaşırken, kimi
zaman da birlikteliklerine çomak sokulmasıyla mücadele edecek olan bu
gençlerin, her şeye rağmen vazgeçmemeleri oldukça etkileyicidir. Costa’nın
siyah-beyaz çektiği ve zaman kavramını belirsiz kıldığı bu ilk gözbebeği, onun
ileride alt sınıftan insanların hayatına ne kadar nüfus edeceğinin de az çok
sinyallerini vermektedir. Lakin henüz otuzlu yaşlarda çektiği bu filmin çokça
ustalara öykünen bir yapım olduğunu da inkâr etmemek gerek. Hayranı olduğu
birçok yönetmenden nüveler taşıyan O Sangue, bu yönüyle çok sırıtmasa da
yönetmenin üslubunun tam olarak oturduğu yapımların yanında elbette fazlasıyla
güçsüz kalmaktadır. Yine de Costa’yı tam olarak anlayıp, özümsemek için mutlaka
izlenmesi gerektiğini düşündüğümü söylemek isterim.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder