1 Ağustos 2018 Çarşamba

Pedro Costa Sineması



Portekiz sineması denilince ilk akla gelen birkaç isimden biri olan Pedro Costa, sinema kariyerinde birçok meslektaşından farklı bir yol izleyen, bu nedenle de tanınmayı daha çok hak eden bir yönetmendir. 1984 yılında kısa metrajı ile kariyerine adım atan Costa, belgesel ile kurmacanın birbirini kucakladığı yapımlara imza atmasıyla kalıplara sığmayan biri olmuştur her daim. Ülkesine yetmişli yıllarda Portekiz’in sömürgesi olan Yeşil Burun Adaları’ndan göç edenlerin oturduğu Fontainhas mahallesine yolunun düşmesiyle, Costa sineması pek de alışık olunmayan bir yol izler.

Costa, bu mahallede kendine yeni bir çevre, yeni dostlar ve akıl hocaları ediniyor. Öyle ki mahallede tanıdığı birkaç kişi adeta onun hayatının ve sinemasının vazgeçilmezi oluyor. Ventura ile Vanda, Costa’nın sineması konuşulduğunda ilk anılması gereken isimlerdir hiç kuşkusuz. Birçok filmde karşımıza çıkan Vanda, tıpkı Costa’nın filmlerinin oluşum sürecinde katkısı olan ve başrolleri sırtlayan Ventura kadar vazgeçilmez bir isimdir. Neredeyse yirmi yıla dayanan bu birliktelik sürecinde, Costa filmografisini sıkı takip edenler, Vanda ile Ventura’nın değişimine-dönüşümüne de şahit olurlar.

Costa, Fontainhas ile ilişkisini elbette sadece Vanda ve Ventura ile sınırlı tutmamış, mahallenin sakinlerinin hepsi ile birlikte yıllarını geçirmiştir. Costa, bazen tamamen Fontainhas’ta geçen bazen ise bir yerinden o mahalleye ya da mahalle sakinlerine dokunan filmlere imza attığı için hep öyle ya da böyle onlarla olmuştur. Üstelik hadi gündüz gidip, çekimimi yapayım, akşam da mahalleden ayrılayım şeklinde bir beraberlik değildir bu. Costa, her anını, onlar istediği kadar onlarla geçirmiştir. Costa, aynı şekilde filmlerinin gidişatını, ne kadar o gün çekim yapılacağını, ya da yapılmayacağının kararını da hep onlara bırakmıştır. Bir nevi arabayı getirip, mahalleye bırakmış ama genelde direksiyonun başına hep onları geçirmiştir.


Costa, ilk Fontainhas’ta film çekeceği zaman büyük bir ekip ile mahalleye giriş yapmış, lakin bu davranışının karşılığını almakta gecikmemiştir. Böylesine bir ekibin, yapmacıklığı ve gereksizliği üzerine aldığı eleştirileri dikkate alan Costa, zamanla üç kişiye kadar inecek bir ekip yaratmıştır böylece kendine. Costa, çok düşük bütçelerle, dijital bir kamera ve kendisine diğer tüm işlerde yardımcı olacak bir diğer kişiyle filmlerini çekmeye başlamıştır. Yapay ışık kullanmayı da bırakarak, ışıkçı ihtiyacından da kurtulan yönetmenimiz, senaryosu, kurgusu ve akla gelebilecek tüm işleriyle ilgilenerek, filmlerinin tüm yükünü sırtlayan, auteur unvanını en çok hak eden kişidir.

Yıkık-dökük mekânların arasında, daracık sokaklarda gezinen hapsolmuş kamerasıyla başka bir dünyaya, belki de çoğumuzun giremeyeceği, girmeye korkacağı bir dünyaya sokmakta bizleri Costa. Kentlerin sineması denilince ilk akla gelmesi muhtemel olan Costa, kentsel dönüşüm adına bugüne kadar yapılmış tüm filmlerden önce anılması gereken yapımların mimarıdır. Hiçbir filmde mekânlar bu kadar dile gelmemiş, hiçbir filmde kentsel dönüşümün sesi kulaklarımıza bu kadar nüfus etmemiştir. Adeta filmlerinin çoğuna fon müziği eylediği yıkım ve inşaat sesleri, hiç bu kadar etkileyici, bu kadar vurucu olmamıştır bana kalırsa. Sabit kamerası ve uzun plan sekansları, yıllara yayılan çekim süreçleri, seyircinin karakterleri ile özdeşlik kurmasına izin vermemesi, akıp giden bir hikâye ile algıları ele geçirmeye de çalışmaması ile anılacak, bir sinemanın yaratıcısı Costa. Seyircinin sorgulamasını, perdede gördükleri karşısında rahatsız olmasını isteyen ve bunu da fazlasıyla başaran, benzeri, taklidi bir tane daha olmayan Pedro Costa’yı anlatmaya biraz da filmleriyle devam edecek olursak;

*Yönetmenin Fontaintas’dan bağımsız çektiği belgeselleri de vardır. Lakin bu yazı da birbiriyle bütünlük oluşturacak filmlere yer verdiğim için onları bu yazının dışında bırakmayı tercih ettim.


1) Cavalo Dinheiro (At Parası) - 2014

Pedro Costa’nın şimdilik son filmi olan Cavalo Dinheiro, tanıştığı günden itibaren sıkı dostu olan Ventura’nın başrole oturduğu, muhteşem bir yapım. Costa ilk dönem filmlerinden sonra tabiri caizse kariyerini adadığı Yeşil Burun Adaları (Cabo Verde) göçmenlerinin hayatına, bir kez daha dalıyor. Üstelik bu kez Yeşil Burun Adaları göçmenlerinin, Lizbon’a ilk geldiği yıllara uzanıyor. Fakat çoğunlukla tercih ettiği gibi daha çok tek bir karaktere odaklanmayı tercih ediyor. Costa ile birlikte her daim anılan, Costa’nın bir nevi kadim yol arkadaşı olan Ventura, tüm etkileyiciliği, gizemi ve kederiyle karşımızda arz-ı endam etmekte bir kez daha.

Yeşil Burun Adaları göçmenleri ülkelerindeki zor şartlardan kaçarak, hayata tutunmak için Lizbon’a gelmişlerdir. Fakat bu talihsiz insanlar, ülkelerinden kalır yanı olmayan bir kaosun içerisinde bulurlar kendilerini. Zira Lizbon’da Karanfil Devrimi yaşanıyordur tam da. Bu devrimin kimler tarafından ne amaçla vs yapıldığını bilmeyen göçmenler, can korkusuyla saklanır, her an ölümün nefesini üstlerinde hissederler. İşte bu korkuyu yaşayanlardan biri de Ventura’dır. Ventura, 1974 yılında gerçekten kendi hayatında yaşadığı bu unutulmaz deneyimi, hatırında kalan şekliyle Costa’ya anlatmış, sonra da hafızasına mıh gibi kazınan, unutamadığı kesitleri kamera karşısında canlandırmış ya da oynamıştır diyebiliriz. Zira Ventura, hatırladıklarını, daha doğrusu unuttuklarını (hatırlamak aslında bir nevi unutmaktır) Costa’ya ve bizlere sakin sakin, tüm samimiyetiyle tekrar beyaz perde ile buluşturur aslında.

Costa, bu filminde ne ilk dönemindeki lineer bir hikâyesi olan filmlerine ne de daha sonra hayat verdiği sıradan hayatların, durağan akışına odaklanan filmlerine benzer bir iş ile çıkar karşımıza. Cavalo Dinheiro, onun belki de en kafa karıştırıcı, zaman-mekân bütünlüğünün en yapıbozuma uğradığı filmi diyebiliriz çok rahat.  Zira hikâyenin başı-sonu, mekânların bütünlüğü, devamlılığı tamamen belirsizdir. Hafızanın dehlizlerini andıran hastane mi hapishane mi olduğu belli olmayan mekânlar arasında dolaşan Ventura, yaşadığı tarifi mümkünsüz deneyimini paylaşırken, bir yandan da donmuş bir asker üzerinden devrim yıllarına gidiyor, o günlerin hissiyatına ortak oluyoruz. Ve elbette Costa, yıkık dökük mekânları, terk edilmiş fabrika ve Os Turabões’ten Alto cutelo parçasını dinlerken perde ile buluşan yerler sayesinde yine sinemasından eksik etmiyor. Zaman-mekân karmaşası ve hatırlama üzerine çizdiği bu şahaseri ile Costa’yı bir nebze Alain Resnais’in sinemasına benzettiğimi de söylemeden edemeyeceğim.




2) Juventude Em Marcha (Gençler Yürüyor) – 2006

Costa’nın Fontainhas üçlemesinin son filmi olan Juventude Em Marcha, kentsel dönüşüm kapsamında boşaltılan Fontainhas’ın yok oluşuna yakılan bir ağıt aslında. Ossos ve No Quarto Da Vanda sayesinde konuk olduğumuz Yeşil Burun Adalıları göçmenlerinin mahallesi olan Fontainhas’in sahiplerinden koparılışı neredeyse bitmek üzeredir. Hatta mahallenin sakinlerinden birçoğu, onlara inşa edilen toplu konuta taşınmışlardır. Bunlardan bazıları da Vanda ve Ventura’dır. Fakat Ventura’nın karısı onunla gelmeyi reddetmiştir. Ne de olsa kendi elleriyle yarattıkları, bir nevi kendilerini korkularından, tehlikelerden koruyan, yabancısı oldukları bir ülkeye, kültüre karşı özlerini korumaya çalıştıkları bir fanustu Fontainhas. Bu nedenle her ne kadar Ventura, toplu konuta geçmiş olsa da her gün daha da boşalan mahalleye gitmektedir. Ventura günlerini ya Fontainhas’taki çocuklarının evlerinde ya da toplu konutlara taşınan Vanda’nın evinde geçirmektedir. Ventura adeta bu hayatta arafı yaşamaktadır desek yeridir. Zira Ventura ne Fontainhas’ta ne de toplu konutta yaşayabilmekte, iki taraf arasında salınıp, durmaktadır. Bu süreç, kaçınılmaz bir şekilde Ventura’yı daha da tüketmektedir.

Filmlerinde ilk dönemkiler hariç neredeyse hiç ışık kullanmayan Costa, genelde bizleri tercih ettiği mekânlardan da dolayı karanlık, kasvetli bir atmosfere maruz bırakır. Lakin bu filmde bembeyaz duvarları ve steril daireleriyle toplu konutların varlığı filme yer yer aydınlık bir atmosfer yaratır. Lakin asıl mevzu da burada patlak verir; birbirinin aynı, simetrik, temiz, aynı renk olan bu bembeyaz, tertemiz binalar, Fontainhas’taki yaşamı bırak aşmayı yerini bile alamaz. Çünkü bu ruhsuz binalar, asla dişleriyle, tırnaklarıyla hayata tutunan göçmenlerin dostluklarını, kültürlerini, sevgilerini veya kötü alışkanlıklarını her bir adımına aşıladıkları bir mahalle ile asla boy ölçüşemez.

Costa, No Quarto Da Vanda’dan aldığı feyz ile uzun bir süre yerinden kıpırdamayan, mükemmel bir dinleyici olan kamerasıyla yine bizlere upuzun sahneler sunuyor. Birbirini takip eden yıkık-dökük, kasvetli Fontainhas ile yeni, aydınlık toplu konutlar arasında gidip- gelen, böylece zıtlıklar arasında seyirciyi bırakarak, sorgulamaya, düşünmeye açık kapı bırakan filmin, hayaller ve gerçekler arasındaki uçuruma ışık tuttuğunu söylemek gerek. Ventura’nın sevgilisine “yüz bin sigara, bir sürü elbise, bir araba, küçük bir kâğıt ev, üç kuruşluk bir buket” alma hayali eşliğinde koltuğunda özgürleşen seyircinin omuzlarına ağır bir yük bindiriyor Costa.




3) No Quarto Da Vanda (Vanda’nın Odasında) -2000

 Costa'nın belgesel ile kurmaca arasında salınan filmi, Fontainhas bölgesine en çok da bu bölgede yaşayan Vanda'nın odasına kuruyor kamerasını. Öyle kuruyor falan deyince büyük bir ekip değil elbette. Costa, özellikle bölge halkının da rahatsızlıklarını dile getirmesi sonucu en fazla üç kişilik bir ekiple, sessiz sedasız çekiyor filmini. Böylece gerçekten kendini oynayan gerçek karakterler ile film ekibi ve dolaylı olarak biz seyirciler arasında samimiyet kuruluyor. Büyük bir set ekibi kuşkusuz yabancılaşmaya neden olacaktı.

Costa, daha önce de birlikte çalıştığı uyuşturucu bağımlısı Vanda'nın günlük rutinine, onun uyuşturucu kullanıp, yatağında kardeşiyle yaptığı uzun sohbetlere, sebze satarak para kazanmaya çalışmasına çeviriyor kamerasını daha çok. Lakin kentsel dönüşüm kapsamında olan bölgede yaşayan alt sınıftan insanların yaşayışını da görmezden gelemiyor. Belki birkaç ay, belki de birkaç gün sonra yıkılacak olan, boşaltılmış evlerde yaşayan insanlarla, onların çöpten bulduğu eşyalarla kısa süreli birlikteliğine kamerasını çeviren Costa, tek kelimeyle muhteşem bir işe imza atıyor. Günübirlik umutlar üzerine kurulu hayatların, mülkiyet ile olan bambaşka ilişkisi, Costa’nın kamerasından perdeye yansıdığı gibi yansımadı daha önce hiç kuşkusuz. Elbette bunun tek sebebi, Costa’nın neredeyse birkaç odada geçen bir film için iki yıl boyunca kamerasının başında aralıksız çalışması ve Fontainhas halkıyla birlikte yaşamasıdır.

Bitmek bilmez bir canavar gibi ilerleyen inşaat seslerinin ve bu yıkım ile inşaat arasında sıkışıp kalmış -mahallenin incecik sokakları da bu durumu pekiştirir- insanların inadına hayata tutunduklarını ispatlayan gürültüleri filmin fon müziğini oluşturuyor adeta. Costa'nın hareketsiz, mıh gibi çakılı kamerası, tamamen doğal ışık kullanımı, müdahaleci olmayan tamamen dinleyici yönetmenliği kusursuz bir iş çıkarıyor ortaya.




4)Ossos (Kemikler) – 1997

Fontainhas üçlemesinin ilk filmi olan Ossos, Costa’nın ilk dönem filmlerindeki gibi hikâye temelli ama aynı zamanda da sonraki işleri gibi birbirine benzeyen, iç içe giren mekânları, kasvetli havası, neredeyse gökyüzünü bile görmemize engel olan içe dönük yapısıyla dikkat çekmektedir. Costa’nın iki dönemi arasında bir nevi köprü görevi gören Ossos, Yeşil Burun Adaları göçmenlerini ilk tanıdığımız ve belki de onların ilk kez mahallelerinden çıkarak diğerlerinin mekânlarına gittikleri bir yapım aynı zamanda da. Clotilde(Vanda) , Tilda ve Baba özelinde Lizbon’un orta sınıfa mensup insanlarının evlerine girmekte hatta onlarla tanışmaktayız bu filmle. Costa, daha sonraki filmlerinde bu tercihinden tamamen vazgeçecek olsa da Ossos’da izlediği bu yolun filme güçlü bir damar kazandırdığı inkâr edilemez.

Clotilde, Tilda, Baba ve bebek arasında geçen hikâye özelinde şekillenen film, istemeden doğan ve yoksulluk sebebiyle anne ve babası tarafından baştan atılmaya çalışılan bir bebeği merkezine almakta. Bebekten kurtulma çabasıyla ilerleyen ve her defasında başarısızlıkla sonuçlanan Ossos’da, Chotilde, Tilda ve Baba arasında yaşanılan sıra dışı ilişki de hikâyenin çatışmasını besleyen etkenlerden biridir. Geleceği, umudu, yarınları temsil eden bebekten kurtulma üzerine kurulu olan bu film, gelecekleri konusunda tamamen ümitsizliğe kapılmış, yoksul gençliğin çarpıcı bir portresi.
Fontainhas halkının, katıksız, gerçek oyunculuklarıyla hayat bulan, birçok sahnesiyle boğazları düğümleten Ossos, Costa’nın seyirciyi hikâyeye kaptırarak, karakterleriyle özdeşlik kurdurduğu birkaç filminden biridir aynı zamanda.




5)O Sangue (Kan) – 1989

Costa’nın ilk filmi olan O Sangue, hayata tutunmaya, kendi kendilerine var olmaya çalışan Vicente ile Nino adlı kardeşlere ve onlara bu yolculuğunda eşlik eden Clara’ya odaklanmaktadır. Vicente ile Nino’nun anneleri yoktur ve babaları da hasta olduğu için evi sürekli terk etmektedir. Bu yarım yamalak aile hayatı içerisinde var olmaya çalışan Vicente ile Nino’ya, muhtemelen yine bir ailesi olmayan Clara da dâhil olur. Bu üçlü beraberlik, aslında gerçekte var olmayan ya da olamayan aile hayatını yaratmış olur. Vincente, Clara ve Nino arasındaki güçlü sevgi bağı, toplum tarafından tanınmayacak olsa da mükemmel bir aile temsilini yaratır.

 Kimi zaman kapıya dayanan alacaklılarla, kimi zaman büyük bir suçun sırrını paylaşırken, kimi zaman da birlikteliklerine çomak sokulmasıyla mücadele edecek olan bu gençlerin, her şeye rağmen vazgeçmemeleri oldukça etkileyicidir. Costa’nın siyah-beyaz çektiği ve zaman kavramını belirsiz kıldığı bu ilk gözbebeği, onun ileride alt sınıftan insanların hayatına ne kadar nüfus edeceğinin de az çok sinyallerini vermektedir. Lakin henüz otuzlu yaşlarda çektiği bu filmin çokça ustalara öykünen bir yapım olduğunu da inkâr etmemek gerek. Hayranı olduğu birçok yönetmenden nüveler taşıyan O Sangue, bu yönüyle çok sırıtmasa da yönetmenin üslubunun tam olarak oturduğu yapımların yanında elbette fazlasıyla güçsüz kalmaktadır. Yine de Costa’yı tam olarak anlayıp, özümsemek için mutlaka izlenmesi gerektiğini düşündüğümü söylemek isterim.




Hiç yorum yok:

Yorum Gönder