İzmir doğumlu, Güzel Sanatlar Fakültesi mezunu Ümit Ünal
genç yaşında senaryo yazarak sinema dünyasına adım atar. Ünal, 1986 yılında
yazdığı Teyzem filminin senaryosuyla ödüle layık görülür. Teyzem gibi yerli
sinemanın en değerli örneklerinden birinin senaryosunun sahibi olan Ünal, uzun
yıllar çok önemli yapımların senaryosunu yazarak devam eder. Hayallerim, Aşkım
ve Sen, Piano Piano Bacaksız, Berlin in Berlin, Amerikalı gibi filmlerin
senaristi Ünal, 2002 yılında ilk kez yönetmen koltuğuna 9 filmiyle oturur. O
günden bu yana yazdığı filmleri kendisi yönetmeye başlayan Ünal sadece Anlat
İstanbul’da koltuğu başka yönetmenlerle de paylaşır.
Lakin Ünal, ne sadece bir senarist ne de yönetmendir: Ünal
aynı zamanda roman yazarı ve bir çizerdir de. Işık Gölge Oyunları, Amerikan
Güzeli ve son kitabı Bana Göre Kıyamet kitaplarının yazarı olan ve oldukça
çarpıcı çizimlere imza atan Ünal, yaratıcılık konusunda asla sıkıntı
yaşamayanlardan. Aklına gelen fikri kimi zaman çizerek kimi zaman senaryo ya da
roman olarak yazan bir yetenek. Bazen senaryo olarak başladığını romana, roman
olarak başladığını senaryoya çevirmiştir hatta. Yönetmenlik kariyerinden sadece
bir kez (Ses) başkasının senaryosunu filme çekmiş olan Ünal, fikir ya da yazma
konusunda hep çok bereketli bir dünyaya sahip olmuştur.
Ünal’ın güçlü kalemi ile yazılan senaryoların nerdeyse
hepsinde belli başlı şeyler hiç değişmemiştir. Örneğin Ünal senaryolarını
yazarken ya da senaryoyu perdeye yansıtırken her zaman kadınları ön plana
çıkarmış ve onlara çoğu zaman bir kadın yönetmenden bile daha olumlu bir yerden
bakmayı bilmiştir. Özellikle son filmi Sofra Sırları, güçlü bir feminist
damardan besleniyor bile diyebiliriz. Erkeklere ise genel olarak bir o kadar
mesafeli durmuş ve genelde tüm sorunların baş müsebbibi yapmıştır.
Toplum tarafından ikinci plana atılmaya çalışılan kadınların
yanında yer alan Ünal, eşcinsel karakterleriyle de bilinmektedir. Birçok
filminde eşcinsel ya da trans karakterler yaratan Ünal, genelde onları ne yazık
ki tıpkı bizim toplumumuzda olduğu gibi gizli eşcinsel olarak yazmıştır. Fakat
Nar’daki gibi daha farklı bir örnek de var elbet. Yine de 9’daki ve Ara’daki
gizli eşcinsel karakterler, bir de evlilikle bu gizliliği meşru bir temel
taşımılardır.
Filmlerinin birçoğunu maddi yetersizliklerden dolayı
bazılarını da filmin onu gerektirmesinden dolayı kısıtlı mekanlarda ya da tam
olarak tek mekanda çeker. Ünal tek mekanda oldukça güçlü çatışmalar yaratan,
küçücük mekanları en çarpıcı haliyle kullanan ender yerli yönetmenlerden biri
olarak anılabilir pek tabii. Kısıtlı alanlarda çektiği filmlerini ilmik ilmik işlenmiş senaryoları, baştan ayağa titizlikle yaratılmış karakterleri ile donatan Ünal, aynı zamanda her filminde kusursuz bir kurgu örneği göstermiştir. Ünal denilince ilk akla gelen senaryoları ise daha sonra da yarattığı karakterler ve kurgu oyunları gelir.
Ünal, yaptığı kurgu oyunlarıyla birtakım klasik uygulamaları yapı bozumuna uğrattığı gibi tek bir türe de bağlı kalamaz hiçbir zaman. Kimi zaman psikolojik gerilim ile korkuyu, kimi zaman kara mizah ile polisiyeyi bir araya getirir. Aslında her filminde bu türleri harmanlar da diyebiliriz. Zaten Ünal’ın filmlerindeki dinamikliğin kurgu kadar önem arz eden yanı da biraz budur belki de.
Tüm bu belirgin yönlerini konuşurken Ünal’ın vazgeçemediği oyunculardan da bahsetmek gerek. Ne kadar son filmi Sofra Sırları’nda görmesek de Serra Yılmaz ile Erdem Akakçe‘nin Ünal için ayrı bir öneme sahip olduğunu görmemek imkânsız. Zaten Sofra Sırları’nın ilk hali olan Sultan Sofrası’nda Serra Yılmaz’ı oynatmayı düşünmüş yine Ünal. Fakat senaryo yer ve şekil değiştirince daha genç birinin oynamasına karar verilmiş. Daha çok Ferzan Özpetek’in fetiş oyuncusu olarak tanınan Serra Yılmaz’ın Ünal için de çok önemli olduğu oldukça aşikâr.
Yerli sinemanın en önemli yönetmenlerinden biri olan Ünal’ı elbette sadece yönetmenlik yönüyle ele almak oldukça yetersiz olmakta. Neticede birçok yönüyle dolu dizgin bir yaratıcı olan Ünal’ın yönetmenlik sadece bir tarafı. Üstelik koltukta yer verdiğimiz dışında Gölgesizler ve Anlat İstanbul gibi filmleri de yazan ve yöneten biri aynı zamanda. Burada sadece beş filmiyle onu anlatmaya çalıştım.
1)9 (2002)
Ümit Ünal’ın yönetmenlik kariyerinin ilk adımı olan Ara,
dijital kamera ile çekilen tek mekân hatta tek plan filmidir. Nerdeyse tamamı
sorgu odasında geçen 9, çapraz sorguya tutulan 6 kişinin birbirini tutmayan,
zamanla değişip bambaşka bir noktaya taşınan ifadeleri üzerinden ilerliyor.
Aynı mahallede yaşayan bu 6 kişinin, mahallenin meczup sakini Kirpi isimli genç
kızın bir cinayete kurban gitmesi nedeniyle sorgulanmasını arka fon olarak
kullanıyor. Fakat mevzu bir cinayet ve onun polisiye bir tarzda çözülmesi değildir.
Mevzu, zamanla mahallenin ve karakterlerin maskelerinin düşmesidir. Sessiz,
sakin mahalleden tut da etliye sütlüye karışmayan, kendi halinde olan
sakinlerin aslında gizliden gizliye nasıl sırlara vakıf olduğu çıkar ortaya.
İlk intiba ne kadar 6 gibi dursa da aslında 9’dur 6 gibi gördüğümüz. Ya da tam
tersi…
Aslında Ünal, mahalleyi bir alegori olarak kullanıyor. Zira
milliyetçi genci, tahammül edilemeyen Yahudisi, nefret dolu anne temsili, eski
solcusu, gurbetçisi, gizli eşcinseli, gayri meşru çocukları ve daha niceleriyle
bir Türkiye panaroması sunar bizlere. Karşımıza çıkan altı karakterin altısı da
mutsuzdur. Keşkeleriyle ömür tüketmiş ya da tüketmektedirler. Ve en önemlisi ne
kadar zavallı gözükseler de hiçbiri masum değildir. Belki Kirpi isimli genç
kadını öldürmemiş ama ölmesine elbirliğiyle sebep olmuşlardır. Ona olan
bakışları, duyarsızlıkları, içten içe besledikleri duygularıyla
katletmişlerdir. Dışarıdan gelen ve rahat hareketleri, vurdumduymaz yaşantısı
ile ilk andan hedefe oturmuştur Kirpi onların gözünde.
Ünal’ın yönetmen koltuğuna oturduğu bu ilk filmi adeta yıla
damgasını vurmuş İstanbul Uluslararası Film Festivali En İyi Film ödülü başta
olmak üzere Serra Yılmaz’a En İyi Kadın Oyuncu, Ankara Uluslar arası Film
Festivali’nde Fikret Kuşkan’a En İyi Erkek Oyuncu, En İyi Senaryo, En İyi Müzik
ödüllerini getiren Ara, yerli sinemanın başına gelmiş en iyilerden biri.
2)Ara (2008)
“Boşver. Geçti hepsi.”
The Betrayal, Harold
Pinter
Pinter’ın oyunundan bir alıntıyla başlayan, Ünal’ın tek
başına yönettiği ikinci uzun metrajı olan Ara, tek mekânda uzun bir süreci
kayda alıyor. Ender (Erdem Akakçe) ile Gül’ün (Selen Uçer) tanışmasıyla
başlayan hikâye, ileri ve geri atlayışlar ile on yıllık bir süreci perdeye
yansıtır. Ender ile Gül’ün ilişkisine Ender’in ortağı Veli (Serhat Tutumluer)
ile çocukluk arkadaşı Selda (Betül Çobanoğlu) da katılır. Selda aynı zamanda
Veli’nin de karısıdır. Bu dört karakterin birbirleriyle ilişkileri iç içe
geçmeye, saklanan sırlar açıklanmaya başladıkça film adeta matruşka gibi
izlendikçe artıp etrafa saçılır.
Gül’ün yalnız çocukluğu ve hiçbir ülkeye, kültüre it
olamayışı, Erdem’in olmak istediği adamdan çok farklı bir yerde kendini buluşu,
Veli’nin gizlediği asıl cinsel yönelimi, Selda’nın aşk, sevgi, tutku gibi
duyguların arasında salınıp durması… Ender’in çocukluk arkadaşı Selda ile
sevgilisi Gül arasında, Veli’nin karısı Serap ile sevgilisi Doğu arasında,
Serap’ın Ender ile Veli arasında, Gül’ün ise belki de tüm bunların arasında
kalması tam da filmin ismiyle uyum sağlıyor. Herkes olamamış, herkes oradan
oraya savrulmuş, arada kalmış. Her ne kadar yaşadıkları arasında bir denge
tutturmaya çalışsalar da başarılı olamamışlardır. Tıpkı filmde Veli’nin yaptığı
unutulmaz tiradı gibi.
Ünal’ın tek mekânı oldukça etkili kullandığı Ara, aynı
zamanda kurgu konusunda da yerli sinemada örneği pek görülmeyen bir örnektir.
Zamanı adeta paramparça eden kurgusuyla klasik giriş, gelişme ve sonuç
üzerinden ilerleyen yapıyı bozuma uğratır. Mekânlara, anılara yüklediği
benzersiz anlam ile de birçoğumuzun geçmişini, yaşadığı evleri, mahalleleri,
çocukken dinlediği şarkıları ve daha nicesini hatırlamasını sağlar Ara. Ve uzun
bir süre kulaklarda Özgür Yılmaz’ın yorumundan Ufuklara Yaslanmış parçası
silinmez kesinlikle.
Ufuklara yaslanmış yorgun dağlar sırayla…
3)Ses (2010)
Ümit Ünal’ın başkasının yazdığı senaryoya yönetmenlik
yaptığı ilk ve tek filmdir Ses. Uygar Şirin’in senaryosunu yazdığı Ses, yerli
sinemada yine örneğine pek rastlayamadığımız bir türde. Psikolojik gerilim türünde
çekilen Ses, Mehmet Günsür ve Selma Ergeçi buluşturuyor. Korku filmlerini
gerçekten çok korktuğu için izleyemeyen Ünal’ın seyircinin adeta kanını
donduracak anlara ev sahipliği yapan bir filme imza atmasına ne demeli
bilemiyorum. Ünal, bu durumun tam da böyle olması gerektiğini söylüyor. Korkan
birinin korkutmasının daha muhtemel olduğunu belirtiyor Ünal.
Birtakım korkuları olan, rüyalarıyla her geçe boğuşan Derya,
bazı sesler duymaya başlar. Bu seslerin zamanla tamamen hâkimiyeti altına giren
Derya, aynı zamanda çocukluk arkadaşı Onur ile de kopuluk yaşayan ilişkisini
geliştirir. Bu süreçte hem kendi sırrını hem de Onur’un sırrını öğrenen Derya,
bitap düşmüş bir halde veda eder bizlere.
Ünal her ne kadar kamerasını bu kez dışarıya, farklı
mekanlara taşısa da yine de filmin ana mekanı olarak Derya’nın doğup büyüdüğü
ve şimdi de yaşadığı ev oluyor. Her köşesi farklı bir hatıra, kopuk kopuk
hatırlanan hatta hiç hatırlanamayan yaşanmışlıklarla dolu olan ev, Derya’nın
geçmişiyle yüzleştiği anlara da ev sahipliği yapıyor.
Ünal’ın belki de filmografisinin en zayıf halkası olan Ses,
yine de yerli sinemanın pek de hemhal olmadığı bir türe ait olması ve bunu da
eli yüzü düzgün bir şekilde kotarılması nedeniyle görülmeyi hak ediyor. Günsür
ve Ergeç’in performansı ve uyumu da filme olumlu anlamda katkıda bulunuyor.
4)Nar (2011)
Ünal’ın festivaller tarafından görülmemesi nedeniyle bir
süre tartışmaların gölgesinde kalan filmi Nar, yine tek mekânda geçen,
gerilimden de yer yer beslenen bir film. Dört karakteri aynı evin içerisinde
çatıştıran film, birçok şeyi telafisi mümkün olmayacak şekilde bozar.
Falcı kadın olarak kendini tanıtarak girdiği evde uzun
yıllardır planladığı süreci başlatan karakterin tüm film boyunca adalet arayışına
şahit oluruz. Haklıyken mağdur konumuna getirilen kızı ve kaybettiği torunu
için her şeyden vazgeçen Asuman (Serra Yılmaz), filmin ana karakteri. Lakin
Asuman’ın hedefindeki Sema, Sema’nın sevgilisi Deniz ve apartman görevlisi
Mustafa’nın da filmde hatırı sayılır bir yeri var. Farklı sınıflara, farklı
dünyalara, hayallere sahip bu karakterlerimiz sürekli birbirlerini
yargılayacak, eteklerindeki taşları dökeceklerdir.
Nar, her ne kadar ikinci yarısında biraz didaktik olan uzun tiradlara ev sahipliği yapsa da oldukça incelikli bir senaryo ve kurguya sahip olduğu gerçeğini değiştiremez. Zira filmin özellikle ilk yarısı oldukça hızlı seyreden ve sürprizlerin ard arda sıralandığı bir akışa sahip. Özellikle Serra Yılmaz’ın tüm kontrolü eline aldığı ve son ana kadar da düşürmediği performansı göz doldurur.
Diğer üç karaktere hayat veren Erdem Akakçe, İdil Fırat ve İrem Altuğ seyirciyi etkisine alabilecek bir performans sergiliyorlar. Ünal’ın yaşadığımız topraklarda fazlasıyla anlam yüklenilen bir meyve üzerine kurduğu hikâyesi, tıpkı Nar’ın durumunu andırır. Yere düşüp de parçalanınca etrafa saçılıp dağılır. Dağıldıkça da bambaşka hikâyelere, bölünür.
5)Sofra Sırları (2017)
Ünal’ın bu ay salonlara konuk olan filmi Sofra Sırları,
öncelikle başrolünde yer alan Demet Evgar ile perdede devleşen bir film.
Ünal’ın yıllar önce İngiltere’de yaşarken kaleme aldığı ve orada çekmek istediği
film, ufak tefek değişikliklerle ülkemizde, küçük bir kıyı kasabasında
çekiliyor. Üstelik Ünal yine filmografisindeki diğer filmlerde olduğu gibi
yerli sinemamızda örneği pek de fazla örneği olmayan bir tür ile bizleri
buluşturuyor: Bir kara komedi olarak tarif edebileceğimiz Sofra Sırları,
monotom bir evlilik yaşayan Neslihan’ın büyük uyanışına şahit ediyor bizleri.
Kocası tarafından görülmeyen, küçük taşra kasabasında
kısılıp kalan Neslihan, televizyonda izlediği yemek programlarındaki renkli dünyalar
ile kendi kasvetli dünyasını buluşturuyor. Mutfakta gün boyu yemek yapan
Neslihan, bir anda seri katile dönüşerek güçlü bir kadın karaktere dönüşüyor. Her
filminde kadınlara oldukça olumlu bir yerden bakan Ünal, oldukça sağlam bir
feminist damardan besleniyor bu kez. Aynı zamanda her ne kadar kara mizah
olarak genel olarak tanımlansa da Sofra Sırları, birçok türe göz kırpan bir
yapıya sahip. Kara mizah, polisiye ve yolu mutfaktan geçen filmlerden biri
olarak da görebiliriz filmi.
Büyük bir kısmı Neslihan’ın kısılıp kaldığı evde geçen film,
evin dışındaki çekimlerde de o kasvetli havasından kurtulamıyor. Zira Ünal’ın
seçtiği kıyı kasabası olan Trilye’nin yapısı da çıkışsız bir noktayı temsil
ediyor adeta. Karlar altındaki dış çekimler, evin içi kadar boğucu, çıkışsız
bir yapıya sahip. Bir kadının toplum tarafından hapsedilmek istenildiği
mutfaktan güç alarak uyanışı ve kendiyle birlikte başka kadınları da
özgürleştirmesini perdeye yansıtan Sofra Sırları, Ünal’ın sinemasına olan
inancı daha da sağlamlaştırıyor.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder