3 Ağustos 2018 Cuma

Ümit Ünal Sineması



İzmir doğumlu, Güzel Sanatlar Fakültesi mezunu Ümit Ünal genç yaşında senaryo yazarak sinema dünyasına adım atar. Ünal, 1986 yılında yazdığı Teyzem filminin senaryosuyla ödüle layık görülür. Teyzem gibi yerli sinemanın en değerli örneklerinden birinin senaryosunun sahibi olan Ünal, uzun yıllar çok önemli yapımların senaryosunu yazarak devam eder. Hayallerim, Aşkım ve Sen, Piano Piano Bacaksız, Berlin in Berlin, Amerikalı gibi filmlerin senaristi Ünal, 2002 yılında ilk kez yönetmen koltuğuna 9 filmiyle oturur. O günden bu yana yazdığı filmleri kendisi yönetmeye başlayan Ünal sadece Anlat İstanbul’da koltuğu başka yönetmenlerle de paylaşır.

Lakin Ünal, ne sadece bir senarist ne de yönetmendir: Ünal aynı zamanda roman yazarı ve bir çizerdir de. Işık Gölge Oyunları, Amerikan Güzeli ve son kitabı Bana Göre Kıyamet kitaplarının yazarı olan ve oldukça çarpıcı çizimlere imza atan Ünal, yaratıcılık konusunda asla sıkıntı yaşamayanlardan. Aklına gelen fikri kimi zaman çizerek kimi zaman senaryo ya da roman olarak yazan bir yetenek. Bazen senaryo olarak başladığını romana, roman olarak başladığını senaryoya çevirmiştir hatta. Yönetmenlik kariyerinden sadece bir kez (Ses) başkasının senaryosunu filme çekmiş olan Ünal, fikir ya da yazma konusunda hep çok bereketli bir dünyaya sahip olmuştur.


Ünal’ın güçlü kalemi ile yazılan senaryoların nerdeyse hepsinde belli başlı şeyler hiç değişmemiştir. Örneğin Ünal senaryolarını yazarken ya da senaryoyu perdeye yansıtırken her zaman kadınları ön plana çıkarmış ve onlara çoğu zaman bir kadın yönetmenden bile daha olumlu bir yerden bakmayı bilmiştir. Özellikle son filmi Sofra Sırları, güçlü bir feminist damardan besleniyor bile diyebiliriz. Erkeklere ise genel olarak bir o kadar mesafeli durmuş ve genelde tüm sorunların baş müsebbibi yapmıştır.

Toplum tarafından ikinci plana atılmaya çalışılan kadınların yanında yer alan Ünal, eşcinsel karakterleriyle de bilinmektedir. Birçok filminde eşcinsel ya da trans karakterler yaratan Ünal, genelde onları ne yazık ki tıpkı bizim toplumumuzda olduğu gibi gizli eşcinsel olarak yazmıştır. Fakat Nar’daki gibi daha farklı bir örnek de var elbet. Yine de 9’daki ve Ara’daki gizli eşcinsel karakterler, bir de evlilikle bu gizliliği meşru bir temel taşımılardır.

Filmlerinin birçoğunu maddi yetersizliklerden dolayı bazılarını da filmin onu gerektirmesinden dolayı kısıtlı mekanlarda ya da tam olarak tek mekanda çeker. Ünal tek mekanda oldukça güçlü çatışmalar yaratan, küçücük mekanları en çarpıcı haliyle kullanan ender yerli yönetmenlerden biri olarak anılabilir pek tabii. Kısıtlı alanlarda çektiği filmlerini ilmik ilmik işlenmiş senaryoları, baştan ayağa titizlikle yaratılmış karakterleri ile donatan Ünal, aynı zamanda her filminde kusursuz bir kurgu örneği göstermiştir. Ünal denilince ilk akla gelen senaryoları ise daha sonra da yarattığı karakterler ve kurgu oyunları gelir.

Ünal, yaptığı kurgu oyunlarıyla birtakım klasik uygulamaları yapı bozumuna uğrattığı gibi tek bir türe de bağlı kalamaz hiçbir zaman. Kimi zaman psikolojik gerilim ile korkuyu, kimi zaman kara mizah ile polisiyeyi bir araya getirir. Aslında her filminde bu türleri harmanlar da diyebiliriz. Zaten Ünal’ın filmlerindeki dinamikliğin kurgu kadar önem arz eden yanı da biraz budur belki de.

Tüm bu belirgin yönlerini konuşurken Ünal’ın vazgeçemediği oyunculardan da bahsetmek gerek. Ne kadar son filmi Sofra Sırları’nda görmesek de Serra Yılmaz ile Erdem Akakçe‘nin Ünal için ayrı bir öneme sahip olduğunu görmemek imkânsız. Zaten Sofra Sırları’nın ilk hali olan Sultan Sofrası’nda Serra Yılmaz’ı oynatmayı düşünmüş yine Ünal. Fakat senaryo yer ve şekil değiştirince daha genç birinin oynamasına karar verilmiş. Daha çok Ferzan Özpetek’in fetiş oyuncusu olarak tanınan Serra Yılmaz’ın Ünal için de çok önemli olduğu oldukça aşikâr.

Yerli sinemanın en önemli yönetmenlerinden biri olan Ünal’ı elbette sadece yönetmenlik yönüyle ele almak oldukça yetersiz olmakta. Neticede birçok yönüyle dolu dizgin bir yaratıcı olan Ünal’ın yönetmenlik sadece bir tarafı. Üstelik koltukta yer verdiğimiz dışında Gölgesizler ve Anlat İstanbul gibi filmleri de yazan ve yöneten biri aynı zamanda. Burada sadece beş filmiyle onu anlatmaya çalıştım.


1)9 (2002)

Ümit Ünal’ın yönetmenlik kariyerinin ilk adımı olan Ara, dijital kamera ile çekilen tek mekân hatta tek plan filmidir. Nerdeyse tamamı sorgu odasında geçen 9, çapraz sorguya tutulan 6 kişinin birbirini tutmayan, zamanla değişip bambaşka bir noktaya taşınan ifadeleri üzerinden ilerliyor. Aynı mahallede yaşayan bu 6 kişinin, mahallenin meczup sakini Kirpi isimli genç kızın bir cinayete kurban gitmesi nedeniyle sorgulanmasını arka fon olarak kullanıyor. Fakat mevzu bir cinayet ve onun polisiye bir tarzda çözülmesi değildir. Mevzu, zamanla mahallenin ve karakterlerin maskelerinin düşmesidir. Sessiz, sakin mahalleden tut da etliye sütlüye karışmayan, kendi halinde olan sakinlerin aslında gizliden gizliye nasıl sırlara vakıf olduğu çıkar ortaya. İlk intiba ne kadar 6 gibi dursa da aslında 9’dur 6 gibi gördüğümüz. Ya da tam tersi…

Aslında Ünal, mahalleyi bir alegori olarak kullanıyor. Zira milliyetçi genci, tahammül edilemeyen Yahudisi, nefret dolu anne temsili, eski solcusu, gurbetçisi, gizli eşcinseli, gayri meşru çocukları ve daha niceleriyle bir Türkiye panaroması sunar bizlere. Karşımıza çıkan altı karakterin altısı da mutsuzdur. Keşkeleriyle ömür tüketmiş ya da tüketmektedirler. Ve en önemlisi ne kadar zavallı gözükseler de hiçbiri masum değildir. Belki Kirpi isimli genç kadını öldürmemiş ama ölmesine elbirliğiyle sebep olmuşlardır. Ona olan bakışları, duyarsızlıkları, içten içe besledikleri duygularıyla katletmişlerdir. Dışarıdan gelen ve rahat hareketleri, vurdumduymaz yaşantısı ile ilk andan hedefe oturmuştur Kirpi onların gözünde.

Ünal’ın yönetmen koltuğuna oturduğu bu ilk filmi adeta yıla damgasını vurmuş İstanbul Uluslararası Film Festivali En İyi Film ödülü başta olmak üzere Serra Yılmaz’a En İyi Kadın Oyuncu, Ankara Uluslar arası Film Festivali’nde Fikret Kuşkan’a En İyi Erkek Oyuncu, En İyi Senaryo, En İyi Müzik ödüllerini getiren Ara, yerli sinemanın başına gelmiş en iyilerden biri.




2)Ara (2008)

“Boşver. Geçti hepsi.”
The Betrayal, Harold Pinter

Pinter’ın oyunundan bir alıntıyla başlayan, Ünal’ın tek başına yönettiği ikinci uzun metrajı olan Ara, tek mekânda uzun bir süreci kayda alıyor. Ender (Erdem Akakçe) ile Gül’ün (Selen Uçer) tanışmasıyla başlayan hikâye, ileri ve geri atlayışlar ile on yıllık bir süreci perdeye yansıtır. Ender ile Gül’ün ilişkisine Ender’in ortağı Veli (Serhat Tutumluer) ile çocukluk arkadaşı Selda (Betül Çobanoğlu) da katılır. Selda aynı zamanda Veli’nin de karısıdır. Bu dört karakterin birbirleriyle ilişkileri iç içe geçmeye, saklanan sırlar açıklanmaya başladıkça film adeta matruşka gibi izlendikçe artıp etrafa saçılır.

Gül’ün yalnız çocukluğu ve hiçbir ülkeye, kültüre it olamayışı, Erdem’in olmak istediği adamdan çok farklı bir yerde kendini buluşu, Veli’nin gizlediği asıl cinsel yönelimi, Selda’nın aşk, sevgi, tutku gibi duyguların arasında salınıp durması… Ender’in çocukluk arkadaşı Selda ile sevgilisi Gül arasında, Veli’nin karısı Serap ile sevgilisi Doğu arasında, Serap’ın Ender ile Veli arasında, Gül’ün ise belki de tüm bunların arasında kalması tam da filmin ismiyle uyum sağlıyor. Herkes olamamış, herkes oradan oraya savrulmuş, arada kalmış. Her ne kadar yaşadıkları arasında bir denge tutturmaya çalışsalar da başarılı olamamışlardır. Tıpkı filmde Veli’nin yaptığı unutulmaz tiradı gibi.

Ünal’ın tek mekânı oldukça etkili kullandığı Ara, aynı zamanda kurgu konusunda da yerli sinemada örneği pek görülmeyen bir örnektir. Zamanı adeta paramparça eden kurgusuyla klasik giriş, gelişme ve sonuç üzerinden ilerleyen yapıyı bozuma uğratır. Mekânlara, anılara yüklediği benzersiz anlam ile de birçoğumuzun geçmişini, yaşadığı evleri, mahalleleri, çocukken dinlediği şarkıları ve daha nicesini hatırlamasını sağlar Ara. Ve uzun bir süre kulaklarda Özgür Yılmaz’ın yorumundan Ufuklara Yaslanmış parçası silinmez kesinlikle.

Ufuklara yaslanmış yorgun dağlar sırayla…




3)Ses (2010)

Ümit Ünal’ın başkasının yazdığı senaryoya yönetmenlik yaptığı ilk ve tek filmdir Ses. Uygar Şirin’in senaryosunu yazdığı Ses, yerli sinemada yine örneğine pek rastlayamadığımız bir türde. Psikolojik gerilim türünde çekilen Ses, Mehmet Günsür ve Selma Ergeçi buluşturuyor. Korku filmlerini gerçekten çok korktuğu için izleyemeyen Ünal’ın seyircinin adeta kanını donduracak anlara ev sahipliği yapan bir filme imza atmasına ne demeli bilemiyorum. Ünal, bu durumun tam da böyle olması gerektiğini söylüyor. Korkan birinin korkutmasının daha muhtemel olduğunu belirtiyor Ünal.
Birtakım korkuları olan, rüyalarıyla her geçe boğuşan Derya, bazı sesler duymaya başlar. Bu seslerin zamanla tamamen hâkimiyeti altına giren Derya, aynı zamanda çocukluk arkadaşı Onur ile de kopuluk yaşayan ilişkisini geliştirir. Bu süreçte hem kendi sırrını hem de Onur’un sırrını öğrenen Derya, bitap düşmüş bir halde veda eder bizlere.

Ünal her ne kadar kamerasını bu kez dışarıya, farklı mekanlara taşısa da yine de filmin ana mekanı olarak Derya’nın doğup büyüdüğü ve şimdi de yaşadığı ev oluyor. Her köşesi farklı bir hatıra, kopuk kopuk hatırlanan hatta hiç hatırlanamayan yaşanmışlıklarla dolu olan ev, Derya’nın geçmişiyle yüzleştiği anlara da ev sahipliği yapıyor.

Ünal’ın belki de filmografisinin en zayıf halkası olan Ses, yine de yerli sinemanın pek de hemhal olmadığı bir türe ait olması ve bunu da eli yüzü düzgün bir şekilde kotarılması nedeniyle görülmeyi hak ediyor. Günsür ve Ergeç’in performansı ve uyumu da filme olumlu anlamda katkıda bulunuyor.




4)Nar (2011)

Ünal’ın festivaller tarafından görülmemesi nedeniyle bir süre tartışmaların gölgesinde kalan filmi Nar, yine tek mekânda geçen, gerilimden de yer yer beslenen bir film. Dört karakteri aynı evin içerisinde çatıştıran film, birçok şeyi telafisi mümkün olmayacak şekilde bozar.

Falcı kadın olarak kendini tanıtarak girdiği evde uzun yıllardır planladığı süreci başlatan karakterin tüm film boyunca adalet arayışına şahit oluruz. Haklıyken mağdur konumuna getirilen kızı ve kaybettiği torunu için her şeyden vazgeçen Asuman (Serra Yılmaz), filmin ana karakteri. Lakin Asuman’ın hedefindeki Sema, Sema’nın sevgilisi Deniz ve apartman görevlisi Mustafa’nın da filmde hatırı sayılır bir yeri var. Farklı sınıflara, farklı dünyalara, hayallere sahip bu karakterlerimiz sürekli birbirlerini yargılayacak, eteklerindeki taşları dökeceklerdir.

Nar, her ne kadar ikinci yarısında biraz didaktik olan uzun tiradlara ev sahipliği yapsa da oldukça incelikli bir senaryo ve kurguya sahip olduğu gerçeğini değiştiremez. Zira filmin özellikle ilk yarısı oldukça hızlı seyreden ve sürprizlerin ard arda sıralandığı bir akışa sahip. Özellikle Serra Yılmaz’ın tüm kontrolü eline aldığı ve son ana kadar da düşürmediği performansı göz doldurur. 

Diğer üç karaktere hayat veren Erdem Akakçe, İdil Fırat ve İrem Altuğ seyirciyi etkisine alabilecek bir performans sergiliyorlar.  Ünal’ın yaşadığımız topraklarda fazlasıyla anlam yüklenilen bir meyve üzerine kurduğu hikâyesi, tıpkı Nar’ın durumunu andırır. Yere düşüp de parçalanınca etrafa saçılıp dağılır. Dağıldıkça da bambaşka hikâyelere, bölünür.




5)Sofra Sırları (2017)

Ünal’ın bu ay salonlara konuk olan filmi Sofra Sırları, öncelikle başrolünde yer alan Demet Evgar ile perdede devleşen bir film. Ünal’ın yıllar önce İngiltere’de yaşarken kaleme aldığı ve orada çekmek istediği film, ufak tefek değişikliklerle ülkemizde, küçük bir kıyı kasabasında çekiliyor. Üstelik Ünal yine filmografisindeki diğer filmlerde olduğu gibi yerli sinemamızda örneği pek de fazla örneği olmayan bir tür ile bizleri buluşturuyor: Bir kara komedi olarak tarif edebileceğimiz Sofra Sırları, monotom bir evlilik yaşayan Neslihan’ın büyük uyanışına şahit ediyor bizleri.

Kocası tarafından görülmeyen, küçük taşra kasabasında kısılıp kalan Neslihan, televizyonda izlediği yemek programlarındaki renkli dünyalar ile kendi kasvetli dünyasını buluşturuyor. Mutfakta gün boyu yemek yapan Neslihan, bir anda seri katile dönüşerek güçlü bir kadın karaktere dönüşüyor. Her filminde kadınlara oldukça olumlu bir yerden bakan Ünal, oldukça sağlam bir feminist damardan besleniyor bu kez. Aynı zamanda her ne kadar kara mizah olarak genel olarak tanımlansa da Sofra Sırları, birçok türe göz kırpan bir yapıya sahip. Kara mizah, polisiye ve yolu mutfaktan geçen filmlerden biri olarak da görebiliriz filmi.

Büyük bir kısmı Neslihan’ın kısılıp kaldığı evde geçen film, evin dışındaki çekimlerde de o kasvetli havasından kurtulamıyor. Zira Ünal’ın seçtiği kıyı kasabası olan Trilye’nin yapısı da çıkışsız bir noktayı temsil ediyor adeta. Karlar altındaki dış çekimler, evin içi kadar boğucu, çıkışsız bir yapıya sahip. Bir kadının toplum tarafından hapsedilmek istenildiği mutfaktan güç alarak uyanışı ve kendiyle birlikte başka kadınları da özgürleştirmesini perdeye yansıtan Sofra Sırları, Ünal’ın sinemasına olan inancı daha da sağlamlaştırıyor.



Hiç yorum yok:

Yorum Gönder