Yoksul bir ailenin iki çocuğundan biri olan Yılmaz Güney, her zaman haksızlıklara karşı duran bir
savaşçı olarak çıktı karşımıza. Sisteme karşı en büyük silahı ise düşünceleri,
kalemi, oyunculuğu ama en önemlisi de gözü oldu. Kısacası ülkesinde gördüğü
yanlışlıkları eleştirmek için hep kültür sanatı kullanmayı tercih etti. Kimi zaman bir filmin senaryosunu yazarak,
kimi zaman oynayarak kimi zaman da o filmi bizzat kendisi çekerek getirdi dile
derdini. Bunları yaparken de asla çekinmedi, korkmadı. Her türlü baskıya karşı
daha da bilinçlendi, güçlendi. Sanatı aracılığıyla savaşmasını önlemek için
hakkında çıkan söylentilere de, baskılara da, hapse atılmasına da aldırmadı. Ne
de olsa yola çıkarken tüm bunların başına geleceğini bilirdi. O imkânsızlıklar
içerisinde imkânsızı gerçekleştiren bir sınıftan gelmekteydi. Yazmaya da, film
çekmeye de devam etti tutsaklık yıllarında bile. Hayatına tüm gücüyle devam
etmesinin en büyük sebebi de belki de sanata, onun gücüne duyduğu aşktı kim
bilir? Hastalığın onu pençesine aldığı, sürgün yıllarında bile sinemadan ayrı
duramayan bu asi savaşçı, geride yerli sinemanın baş tacı olacak nice eser
bırakarak göçtü bu dünyadan. Yeşilçam’ın Çirkin Kral’ı, çocukların Yılmaz
Abi’si, sinemanın başarılı yönetmeni, yoksulların, ezilmişlerin umut kaynağı,
sistemin ise düşman bellediği Yılmaz Güney’i filmografisinin en değerlileriyle
daha yakından tanıyalım.
1)Yol – 1982
Güney’in hapishanede iken senaryosunu yazarak çektiği film, yarı
açık hapishaneden bayram izni ile çıkan bir grup tutsağın başından geçenleri
anlatır. Daha çok Seyit Ali(Tarık Akan) adlı karakterin peşine takılan bu film,
askeri darbeyi henüz yeni yaşamış, her tarafı adeta bir hapishaneye benzeyen
ülkeyi de resmeder. Güya içeriden çıkan tutsaklar daha büyük bir hapishanenin
içerisine girerler bir nevi. Yasakların, acımasızlığın kol gezdiği ülkede
bayram iznine çıkan tutsaklardan da güllük gülistanlık bir bayram beklenemez
elbette. Kendisi hapishanedeyken güya namusuna leke düşüren karısı Zine’ye(Şerif
Sezer) cezasını vermek amacıyla köyüne gelen Seyit Ali, aslında affetmek ister.
Fakat bir yandan sistemin baskıladığı birey olmaktan men edilen bir insan
olduğundan bir yandan da en az sistem kadar tehlikeli geleneklerin kıskacından
kurtulamadığından özgür iradesi ile kendisinin ve ailesinin yolunu çizemez.
Oğlu ve Zine ile çıktığı yolda karısına gelenekler tarafından verilen ölüm
cezası Seyit Ali’ye kalmadan doğa tarafından verilir. Fakat Seyit Ali, karısının
masum olduğuna kafasında tam olarak inansaydı zorlu doğa koşulları elbet onlara
engel olamazdı. Barışın, dostluğun, affetmenin günü sayılan bayram, böylece
acının, kinin, nefretin boyunduruğunda gerçekleşir.
Güney’in senaryosunu kendisinin yazdığı, yönetmenliğini Şerif
Gören’in yaptığı filmin tek tek tüm sahneleri çizimlerle hapishaneden yönetildi
aslında. Güney, ne kadar kamera arkasına geçemese de her sahneyi ayrıntısıyla
hapishaneden anlatarak yönetir. Gören, sadece Güney’in direktiflerini yerine
getirir. Bu nedenle iki yönetmenin elinden çıkan bir filmdir Yol. Bu kadar
zahmete girilen, cesaret konusunda örnek teşkil eden Yol, yine büyük emeklerle
Fransa’ya Cannes Film Festivali’ne gönderilir. Emeğinin karşılığını da Altın
Palmiye alarak taçlandıran Yol, yerli sinemanın gurur kaynağı olmayı fazlasıyla
hak eder. Uzun süre ülkemizde yasaklı olan bu başyapıtı hala izlemeyen var mı?
2)Umut – 1970
Güney’in toplumsal gerçekçi filmler yapmasının miladı olan Umut,
oldukça çarpıcı bir şekilde anlatır derdini. Yoksul bir ailenin çalışan tek
bireyi olan at arabacısı Cabbar, geçinmelerinin tek aracı olan atlarını bir
kazada kaybeder. Hiçbir birikimi, desteği olmayan bu ailenin tüm derdi
Cabbar’ın üzerine kalır. At, Cabbar için bakmakla yükümlü olduğu ailesinin tek
umut kaynağıdır. Atın ölmesi ailenin mahvolması demektir bir nevi. Geçim derdi uğruna define aramak kadar farazi
işlerin peşinden koşacak olan Cabbar, sürekli uçurumun kenarına
sürüklenir. Bu sürükleniş onun da yavaş
yavaş yok oluşunu tetikler elbette. Atın
kaybı her olumsuzluğu çorap söküğü gibi getirir. At filmin en güçlü imgesidir. Tıpkı
İtalyan yapımı Bisiklet Hırsızları’ndaki Antonio için bisiklet, İran yapımı
İnek’teki Hasan için inek ne ise Umut’taki at da odur. Bu üç filmde de
ailelerinin geçimini sağlamak için ellerinde olan tek varlığı kaybeden
adamların çaresizliği çok çarpıcı yansır perdeye.
Güney’in övgülerle karşılanan bu çarpıcı hikâyesi, Yeşilçam’ın
bireysel hikâyelerinden sonra adeta bomba etkisi yaratır. Bir adamanın ve buna
bağlı olarak yoksul sınıfın yaşadığı dramı en gerçekçi haliyle perdeye yansıtan
Umut, tanışmakta geç kalınmaması gereken bir eser.
3)Duvar – 1983
Son olarak Güney ile ilgili yapılan belgesel Sürgün Türküleri’nde
de tekrar karşımıza çıkan Duvar, Güney’in kanserin pençesine iyice düştüğü
sürgün yıllarında adeta direne direne yarattığı son eseri. Güney gibi sinema
sevdalısı nice yönetmenin acılar içerisinde kıvrana kıvrana, daha söylemek
istedikleri bir dolu şeyi anlatma heveslerine aşinayız ne de olsa. İşte
ülkesinin meselelerini yıllardır anlatsa da bitiremediğini gören Güney, hasta
da olsa kolları sıvar Duvar ile tekrar. Hem de ülkesinden çok uzakta, Paris’te.
Çocuk koğuşunda yaşananları anlattığı film, Güney’in en didaktik de filmidir ne
yazık ki. Güney’in yaşla birlikte sakinleşmesi gereken öfkesi bu filmde daha da
alevlenmiştir. Duvar’ın en önemli handikapı da bu olur zaten. Fakat Güney’in
Ankara Hapishanesi’nde tutsakken şahit olduğu olaydan esinlenerek bu filmi
kaleme aldığını bildiğimiz için onu anlamamak elde değil. Didaktik olması
dışında her şeyin gayet başarılı olduğu film, Güney’in kaybeden çocukların
dünyasına kamerasını çevirdiği çok önemli bir miras. Zira ülke sinemasında
hapishanedeki çocukların yaşantısını anlatan bir film bir daha da
yapılmamıştır.
Güney’in sinema dünyasına bıraktığı son eseri olan Duvar’ı, yürek
acısı hikâyesine kendinizi hazırlayarak izlemenizi tavsiye derim.
4)Endişe – 1974
Endişe, erken yaşta kaybettiğimiz ülke sinemamızın en önemli
oyuncularından Erkan Yücel’in başrolünde olduğu film olmasıyla da önem arz
eder. Tıpkı Güney gibi kendini sistemin karşısına konumlandıran Yücel, o kadar
başarıyla hayat verir ki Cevher’e. Bir an bile filmi izlerken anlatılanların
bir kurmaca olduğunu düşünmeyiz seyirci olarak. İşte usta bir göz tarafından
yönetilen ve usta bir oyuncu tarafından hayat bulan karakteriyle Endişe, tarihe
adını yazdırır hiç kuşkusuz. Antalya Film Festivali’nde En İyi Film dâhil olmak
üzere birçok ödülün de sahibi olan bu film, ağa tarafından sömürülen köylülerin
dramını anlatır temelde. Bu zaten başlı başına önem arz eden mevzuya törelerin
acımasızlığı da dâhil olur. Ne de olsa hepsi feodal düzenin sıkıntıları değil midir?
Güney’in büyüdüğü topraklar olan Adana’da çekilen filmin başlangıcı oldukça
çarpıcı bir giriştir aslında anlatılmak istenen meseleye. Film, sanayileşmeye
başlayan Adana’nın fabrikalarının görüntüsüyle başlar. Bir yanda sanayileşmeye
başlayan, yüzünü modernleşmeye dönen bir ülke – bu görünen yüzdür- bir yanda da
hala insanların köle gibi alınıp satıldığı, çalıştırıldığı bir düzen. Her ikisi
de aynı ülkede hatta aynı şehirde yaşanır.
Güney, tanıdığı, bildiği bu önemli meseleyi yine büyük bir
ustalıkla, oldukça gerçekçi bir bakışla yansıtır perdeye. Yücel ile Güney’in
buluştuğu bu önemli film, hala radarınıza girmediyse daha fazla geç kalmayın
bana kalırsa.
5)Arkadaş – 1974
Bir kıvılcım düşer önce, büyür yavaş yavaş.
Bir bakarsın volkan olmuş, yanmışsın arkadaş.
Dolduramaz boşluğunu ne ana ne gardaş.
Bu en güzel, bu en sıcak duygudur arkadaş.
Yukarıdaki dizeler ve onu takip eden dizelerin Melike Demirağ’ın
sesiyle hayat bulduğu şarkıyla zihinlerimize kazınan bir film Arkadaş. Filmi
bile belki izlememiş olanların dahi ezbere bildiği bu şarkının filmle öyle
bütünlük oluşturan sözleri vardır ki.
Arkadaş filmi, Güney’in hem yazdığı, hem yönettiği hem de oynadığı
bir film olarak tam olarak onu yansıtır. Kendi hayatından da çok büyük
etkileşimler taşıyan film, muhtemelen birçok arkadaşına da cevap niteliğinde
olmalı. Zira Arkadaş filmi, uzun süredir görüşmeyen iki arkadaşın Âzem ile
Cemil’in buluşmalarının sonrasında Âzem’in Cemil’de gördüğü büyük değişimi
–Cemil artık bir burjuva olmuştur- gözler önüne serer. Âzem bu değişimi kabul
edemez ve arkadaşına içine düştüğü yanlış algının gerçeğini tekrar göstermek
için çabalar. Nihayet bunu başarır. Ama Cemil yaşadığı travmayı atlatamaz. Bu
süreçte Cemil’in karısının kardeşinin Âzem’e âşık olması da filmin bir diğer
çatışmasını oluşturur. Ne de olsa burjuva bir hayat içerisinde yaşamış Melike
ile Âzem arasında bir birliktelik imkânsız denecek kadar zordur.
Âzem’in kendisine tokat atan Cemil’in karısına tüm burjuvalara bir
cevap niteliği taşıyan sözleri filmi özetler. Âzem, ‘’Bu tokadın hesabını elbet
bir gün soracağız’’der. Güney bu filmiyle kendisinin çevresindeki birçok
toplumun yaşayışından, dertlerinden bir haber yaşayan insanlara tavrını
gösterir böylece.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder