1 Ağustos 2018 Çarşamba

Yılmaz Güney Sineması



Yoksul bir ailenin iki çocuğundan biri olan Yılmaz Güney,  her zaman haksızlıklara karşı duran bir savaşçı olarak çıktı karşımıza. Sisteme karşı en büyük silahı ise düşünceleri, kalemi, oyunculuğu ama en önemlisi de gözü oldu. Kısacası ülkesinde gördüğü yanlışlıkları eleştirmek için hep kültür sanatı kullanmayı tercih etti.  Kimi zaman bir filmin senaryosunu yazarak, kimi zaman oynayarak kimi zaman da o filmi bizzat kendisi çekerek getirdi dile derdini. Bunları yaparken de asla çekinmedi, korkmadı. Her türlü baskıya karşı daha da bilinçlendi, güçlendi. Sanatı aracılığıyla savaşmasını önlemek için hakkında çıkan söylentilere de, baskılara da, hapse atılmasına da aldırmadı. Ne de olsa yola çıkarken tüm bunların başına geleceğini bilirdi. O imkânsızlıklar içerisinde imkânsızı gerçekleştiren bir sınıftan gelmekteydi. Yazmaya da, film çekmeye de devam etti tutsaklık yıllarında bile. Hayatına tüm gücüyle devam etmesinin en büyük sebebi de belki de sanata, onun gücüne duyduğu aşktı kim bilir? Hastalığın onu pençesine aldığı, sürgün yıllarında bile sinemadan ayrı duramayan bu asi savaşçı, geride yerli sinemanın baş tacı olacak nice eser bırakarak göçtü bu dünyadan. Yeşilçam’ın Çirkin Kral’ı, çocukların Yılmaz Abi’si, sinemanın başarılı yönetmeni, yoksulların, ezilmişlerin umut kaynağı, sistemin ise düşman bellediği Yılmaz Güney’i filmografisinin en değerlileriyle daha yakından tanıyalım.

1)Yol – 1982

Güney’in hapishanede iken senaryosunu yazarak çektiği film, yarı açık hapishaneden bayram izni ile çıkan bir grup tutsağın başından geçenleri anlatır. Daha çok Seyit Ali(Tarık Akan) adlı karakterin peşine takılan bu film, askeri darbeyi henüz yeni yaşamış, her tarafı adeta bir hapishaneye benzeyen ülkeyi de resmeder. Güya içeriden çıkan tutsaklar daha büyük bir hapishanenin içerisine girerler bir nevi. Yasakların, acımasızlığın kol gezdiği ülkede bayram iznine çıkan tutsaklardan da güllük gülistanlık bir bayram beklenemez elbette. Kendisi hapishanedeyken güya namusuna leke düşüren karısı Zine’ye(Şerif Sezer) cezasını vermek amacıyla köyüne gelen Seyit Ali, aslında affetmek ister. Fakat bir yandan sistemin baskıladığı birey olmaktan men edilen bir insan olduğundan bir yandan da en az sistem kadar tehlikeli geleneklerin kıskacından kurtulamadığından özgür iradesi ile kendisinin ve ailesinin yolunu çizemez. Oğlu ve Zine ile çıktığı yolda karısına gelenekler tarafından verilen ölüm cezası Seyit Ali’ye kalmadan doğa tarafından verilir. Fakat Seyit Ali, karısının masum olduğuna kafasında tam olarak inansaydı zorlu doğa koşulları elbet onlara engel olamazdı. Barışın, dostluğun, affetmenin günü sayılan bayram, böylece acının, kinin, nefretin boyunduruğunda gerçekleşir.

Güney’in senaryosunu kendisinin yazdığı, yönetmenliğini Şerif Gören’in yaptığı filmin tek tek tüm sahneleri çizimlerle hapishaneden yönetildi aslında. Güney, ne kadar kamera arkasına geçemese de her sahneyi ayrıntısıyla hapishaneden anlatarak yönetir. Gören, sadece Güney’in direktiflerini yerine getirir. Bu nedenle iki yönetmenin elinden çıkan bir filmdir Yol. Bu kadar zahmete girilen, cesaret konusunda örnek teşkil eden Yol, yine büyük emeklerle Fransa’ya Cannes Film Festivali’ne gönderilir. Emeğinin karşılığını da Altın Palmiye alarak taçlandıran Yol, yerli sinemanın gurur kaynağı olmayı fazlasıyla hak eder. Uzun süre ülkemizde yasaklı olan bu başyapıtı hala izlemeyen var mı?




2)Umut – 1970

Güney’in toplumsal gerçekçi filmler yapmasının miladı olan Umut, oldukça çarpıcı bir şekilde anlatır derdini. Yoksul bir ailenin çalışan tek bireyi olan at arabacısı Cabbar, geçinmelerinin tek aracı olan atlarını bir kazada kaybeder. Hiçbir birikimi, desteği olmayan bu ailenin tüm derdi Cabbar’ın üzerine kalır. At, Cabbar için bakmakla yükümlü olduğu ailesinin tek umut kaynağıdır. Atın ölmesi ailenin mahvolması demektir bir nevi.  Geçim derdi uğruna define aramak kadar farazi işlerin peşinden koşacak olan Cabbar, sürekli uçurumun kenarına sürüklenir.  Bu sürükleniş onun da yavaş yavaş yok oluşunu tetikler elbette.  Atın kaybı her olumsuzluğu çorap söküğü gibi getirir. At filmin en güçlü imgesidir. Tıpkı İtalyan yapımı Bisiklet Hırsızları’ndaki Antonio için bisiklet, İran yapımı İnek’teki Hasan için inek ne ise Umut’taki at da odur. Bu üç filmde de ailelerinin geçimini sağlamak için ellerinde olan tek varlığı kaybeden adamların çaresizliği çok çarpıcı yansır perdeye.

Güney’in övgülerle karşılanan bu çarpıcı hikâyesi, Yeşilçam’ın bireysel hikâyelerinden sonra adeta bomba etkisi yaratır. Bir adamanın ve buna bağlı olarak yoksul sınıfın yaşadığı dramı en gerçekçi haliyle perdeye yansıtan Umut, tanışmakta geç kalınmaması gereken bir eser.




3)Duvar – 1983

Son olarak Güney ile ilgili yapılan belgesel Sürgün Türküleri’nde de tekrar karşımıza çıkan Duvar, Güney’in kanserin pençesine iyice düştüğü sürgün yıllarında adeta direne direne yarattığı son eseri. Güney gibi sinema sevdalısı nice yönetmenin acılar içerisinde kıvrana kıvrana, daha söylemek istedikleri bir dolu şeyi anlatma heveslerine aşinayız ne de olsa. İşte ülkesinin meselelerini yıllardır anlatsa da bitiremediğini gören Güney, hasta da olsa kolları sıvar Duvar ile tekrar. Hem de ülkesinden çok uzakta, Paris’te. Çocuk koğuşunda yaşananları anlattığı film, Güney’in en didaktik de filmidir ne yazık ki. Güney’in yaşla birlikte sakinleşmesi gereken öfkesi bu filmde daha da alevlenmiştir. Duvar’ın en önemli handikapı da bu olur zaten. Fakat Güney’in Ankara Hapishanesi’nde tutsakken şahit olduğu olaydan esinlenerek bu filmi kaleme aldığını bildiğimiz için onu anlamamak elde değil. Didaktik olması dışında her şeyin gayet başarılı olduğu film, Güney’in kaybeden çocukların dünyasına kamerasını çevirdiği çok önemli bir miras. Zira ülke sinemasında hapishanedeki çocukların yaşantısını anlatan bir film bir daha da yapılmamıştır.

Güney’in sinema dünyasına bıraktığı son eseri olan Duvar’ı, yürek acısı hikâyesine kendinizi hazırlayarak izlemenizi tavsiye derim.




4)Endişe – 1974

Endişe, erken yaşta kaybettiğimiz ülke sinemamızın en önemli oyuncularından Erkan Yücel’in başrolünde olduğu film olmasıyla da önem arz eder. Tıpkı Güney gibi kendini sistemin karşısına konumlandıran Yücel, o kadar başarıyla hayat verir ki Cevher’e. Bir an bile filmi izlerken anlatılanların bir kurmaca olduğunu düşünmeyiz seyirci olarak. İşte usta bir göz tarafından yönetilen ve usta bir oyuncu tarafından hayat bulan karakteriyle Endişe, tarihe adını yazdırır hiç kuşkusuz. Antalya Film Festivali’nde En İyi Film dâhil olmak üzere birçok ödülün de sahibi olan bu film, ağa tarafından sömürülen köylülerin dramını anlatır temelde. Bu zaten başlı başına önem arz eden mevzuya törelerin acımasızlığı da dâhil olur. Ne de olsa hepsi feodal düzenin sıkıntıları değil midir? Güney’in büyüdüğü topraklar olan Adana’da çekilen filmin başlangıcı oldukça çarpıcı bir giriştir aslında anlatılmak istenen meseleye. Film, sanayileşmeye başlayan Adana’nın fabrikalarının görüntüsüyle başlar. Bir yanda sanayileşmeye başlayan, yüzünü modernleşmeye dönen bir ülke – bu görünen yüzdür- bir yanda da hala insanların köle gibi alınıp satıldığı, çalıştırıldığı bir düzen. Her ikisi de aynı ülkede hatta aynı şehirde yaşanır.

Güney, tanıdığı, bildiği bu önemli meseleyi yine büyük bir ustalıkla, oldukça gerçekçi bir bakışla yansıtır perdeye. Yücel ile Güney’in buluştuğu bu önemli film, hala radarınıza girmediyse daha fazla geç kalmayın bana kalırsa.




5)Arkadaş – 1974

Bir kıvılcım düşer önce, büyür yavaş yavaş.
Bir bakarsın volkan olmuş, yanmışsın arkadaş.
Dolduramaz boşluğunu ne ana ne gardaş.
Bu en güzel, bu en sıcak duygudur arkadaş.

Yukarıdaki dizeler ve onu takip eden dizelerin Melike Demirağ’ın sesiyle hayat bulduğu şarkıyla zihinlerimize kazınan bir film Arkadaş. Filmi bile belki izlememiş olanların dahi ezbere bildiği bu şarkının filmle öyle bütünlük oluşturan sözleri vardır ki.

Arkadaş filmi, Güney’in hem yazdığı, hem yönettiği hem de oynadığı bir film olarak tam olarak onu yansıtır. Kendi hayatından da çok büyük etkileşimler taşıyan film, muhtemelen birçok arkadaşına da cevap niteliğinde olmalı. Zira Arkadaş filmi, uzun süredir görüşmeyen iki arkadaşın Âzem ile Cemil’in buluşmalarının sonrasında Âzem’in Cemil’de gördüğü büyük değişimi –Cemil artık bir burjuva olmuştur- gözler önüne serer. Âzem bu değişimi kabul edemez ve arkadaşına içine düştüğü yanlış algının gerçeğini tekrar göstermek için çabalar. Nihayet bunu başarır. Ama Cemil yaşadığı travmayı atlatamaz. Bu süreçte Cemil’in karısının kardeşinin Âzem’e âşık olması da filmin bir diğer çatışmasını oluşturur. Ne de olsa burjuva bir hayat içerisinde yaşamış Melike ile Âzem arasında bir birliktelik imkânsız denecek kadar zordur.

Âzem’in kendisine tokat atan Cemil’in karısına tüm burjuvalara bir cevap niteliği taşıyan sözleri filmi özetler. Âzem, ‘’Bu tokadın hesabını elbet bir gün soracağız’’der. Güney bu filmiyle kendisinin çevresindeki birçok toplumun yaşayışından, dertlerinden bir haber yaşayan insanlara tavrını gösterir böylece.




Hiç yorum yok:

Yorum Gönder